• TÜRKİYE SOSYAL EKONOMİK ve SİYASAL ARAŞTIRMALAR VAKFI

İklim Değişikliği İçin Ev Ödevlerimiz

Dursun BULUT

İklim Değişikliği İçin Ev Ödevlerimiz



Son dönemde tüm insanlığı derinden sarsan doğa olayları, sıkça yaşanmaya başlandı.Yıllardır bilim insanları, aydınlar, meslek erbabı, sivil toplum örgütleri, çevre örgütleri “acil önlem alın yoksa doğa bu gidişatı taşıyamaz” diye uyarıyor. Buna karşın devletlerin ya da ekonomi aktörlerinin, yeterince tedbir almadığını / aldırmadığını birlikte yaşıyoruz. Özel sektör ve uluslararası tekeller, Dünya’nın tehlikeye sürüklenmesini ve alınacak önlemleri konuşma yerine, kar hırslarının verdiği dürtülere göre davranıyorlar. Birleşmiş Milletlere bağlı çalışan örgütlülüklerin önerileri hatta bağıtlanan antlaşmaları bile görmezden geliniyor. Ulusal düzeyde de yasalar ve yaptırımlar unutulmuş gibi, hatta atılan imzalara uyulmayarak, alınan tedbir kararları uygulamaya dahi sokulmuyor. Bu yüzden dünyayı ve ülkemizi oldukça zor bir gelecek bekliyor. Bu zorlukların en başında ‘küresel ısınma’ ve sonuçları itibarıyla ‘iklim değişikliği’ geliyor.

 

İklim değişikliği, ‘kuraklık, susuzluk, sel, heyelan, yangın’ demektir. BM’in, oluşan çevre sorunlarını inceleyen birimleri, raporlarında ve bağıtlanan uluslararası sözleşmelerde Dünya’yı uyarmakta, yapılması gerekenleri bir bir açıklamakta. Stockholm - Dünya Çevre Programı, Rio de Janerio - İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, KYOTO Protokolü, Paris, Madrid, New York İklim Antlaşmaları bunların en önemli örnekleridir. Dünya genelinde küresel ısınma artışının 1700’lü yıllardan bu yana yaklaşık 1°C’yi bulduğunu, Türkiye’de ise 1.2°C’yi aştığını biliyoruz. Dünya’da ilk kuraklığın yoğun biçimde Akdeniz’de yaşanacağı da belgelerle önümüze konulmuş durumda.

 

Yine bu küresel ısınmaya sebep olan gelişmelerin en az yarısının 1980’lerden sonra yaşandığı  kamuoyuna açıklanmış durumda. Yani karbon salınımı, atmosferde oluşan sera gazları yaklaşık 400 yıldır bir birimse son 40 yılda iki birim olmuştur. Eğer ısınma 1.5°C’nin altında tutulmazsa yaşanacak felaketleri; selleri, heyelanları, kuraklıkları, susuzlukları, yangınları eskiye oranla hem daha şiddetli hem de daha sık yaşayacağız. Geçtiğimiz aylarda yaşanan İstanbul yağışlarında oluşan sellere karşı İBB, gereğinden fazlasını yaptı ancak kendimizi bu önlemlerle avutamayız. Bugün baş edebiliriz ama yarın baş edemeyebiliriz. Nitekim Temmuz ayında düşen yağışlar gösterdi ki, birkaç saat içinde aylık hatta yıllık yağışlar birden düşünce, önlemler yetmiyor. Dolayısıyla bu sorun ulusal ve uluslararası bir sorundur ve böyle bakılmalıdır.

 

İstanbul, özellikle son 20 yılda uygulanan yanlış projeler nedeniyle hem tarihi yapılarını hem tarım alanlarını hem su havzalarını hem de ormanlarını kaybetti. İstanbul için “Çılgın Proje” olarak adlandırılanlarla yani İstanbul Havaalanı, 3’üncü Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Oto Yolu ile Kuzey Ormanlarını, yine Bakanlık ve İBB Meclis kararlarıyla deprem toplanma alanlarını ve meydanlarını kaybetti. Talandan doymayan anlayışa dur denilmezse, kentimiz her şeyini kaybedecek. Açıktır ki, İstanbul’un sorunları, ulusal sorun halini almıştır. Adı da ulusal boyutta bir Kent Terörüdür. Kent o kadar keyfi yönetiliyor ki, yargı işlemez durumda, kent rantları dudak uçuklatan boyutlara ulaştı. Kentin anayasası imar yasaları hiçe sayılıyor, gerektiğinde merkezi idarenin sorumluluk alanı denilerek, planlar Ankara’da yapılarak tebliğ ediliyor. Örneğin İstanbul / Göktürk’te yeşil alanlar imara açıldı ve adrese teslim ihale edildi. Yargı yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen yeşil alanları betonlaştırmaya devam ediyorlar. Önümüzdeki süreçte muhalefet partileri ve İBB yönetimi makro bir İstanbul vizyonu oluşturamaz ise kentimiz herkesin bir yerinden çekiştirdiği kent haline dönüşecek.

 

İBB’nin, kamuoyuna açıkladığı “İstanbul 2050 Vizyonu” çok değerli ve önemli bir adımdır. Ancak muhalefetin merkezi anlayışıyla bütünleşmezse lokal bir vizyon olmaktan ileri gidemez. Kentlerde, ülkelerde, Dünya’da her kafadan bir sesin çıkması, bütüncül planlamadan uzaklaşılması, çevrenin korunması yerine talanın öne çıkarılması sonucu Küresel Isınma ile birlikte ürkütücü doğa olaylarının önü adeta açılmış durumdadır.

 

Emisyon depolarımızı kaybediyoruz!

Küresel ısınma, iklim değişikliklerini tasavvur edemeyeceğimiz boyuta taşıdı. Bu sonuçta bizleri çevresel sorunlarla yüz yüze getirdi. Örneğin: WHO‘nun açıkladığı raporlarda, Dünya’da her yıl, çevre kirliliğinin sebep olduğu hastalıklar nedeniyle 9 milyon insan ölüyor. Yine TÜİK verilerine göre Türkiye’de 1990’da atmosfere salınan sera gazı 220 milyon tonken, 2020’de 525 milyon tona ulaşmış. Türkiye’deki sera gazları oluşumunun miktarı Dünyadaki sera gazlarının yüzde 1’i civarında. Dolayısıyla 1990 yılında Dünya’da sera gazı salınımı 22 milyar ton/yıl civarındayken 2020’de 52 milyar 400 milyon ton/yıla ulaşmış durumdadır.

 

Ormanlar en büyük emisyon depolarıdır. Özellikle gövdeleri kalın orman ağaçları tam bir emisyon deposudur. Tüm Dünya ve Türkiye, ormanlarını gözbebekleri gibi korumalıdır. Maalesef her konuda olduğu gibi bu konuda da sınıfta kalmış durumdayız. Sadece İstanbul Kuzey Ormanlarında       47 yılda 44 bin 703 hektar orman kaybetmişiz (Türkiye Ormancıları Derneği ve Kuzey Ormanları Savunması verileri). Buna Kuzey Marmara otoyolu tahribatı, özel ve devlet korulukları dahil değildir. Yine sadece İstanbul’da 78 bin 564 hektar tarım alanları kaybetmişiz. Yerleşim alanları ise 85 bin 480 hektar artmıştır. Bu konulara ilişkin rakamları uzatmak, sorunları çoğaltmak mümkün. Ancak esas olması ya da üretilmesi gereken çözüm önerileridir. Bunları da bilim, toplumsal yaşanmışlıklar üretmiş durumdadır. Bazı çözüm önerilerini şöyle sıralayabiliriz:

1-Gazların salınımı ve Sera Gazlarının oluşumuna ilişkin tedbirler ivedilikle alınmalı. Sürdürülebilir, yenilenebilir, çevre dostu (Rüzgar, Güneş gibi) enerji kaynaklarının üretimi ve kullanılması teşvik edilmeli. Çünkü Sera Gazlarının salınımında en büyük pay enerji üretimi ve tüketimindedir.

2-Kömüre dayalı Termik Santrallerinde elde edilen elektrik enerjisi, Dünya’da üretilen tüm elektrik enerjisinin yüzde 37’sini (UEA – Uluslararası Enerji Ajansı verileri) oluşturmakta, Türkiye’de ise yüzde 50’nin üzerinde. Çevreyi kirleten elektrik enerjisi üreten sistemlerin içinde en çok gaz salınımı yapan Termik Santrallerdir. Özellikle ithal kömürle bu kirlilik daha da artmakta. Bu nedenle, kullanılan termik santrallerin üretim kapasitesi yükseltilmeli, bakımları ihmal edilmemeli, çift kademeli yakılmalı. Örneğin: Önce fuel oil ile başlanmalı ve kömüre geçilmelidir. En kalıcı çözüm ise, süreç içinde kademeli olarak termik santraller azaltılmalıdır (TMMOB Elektrik Müh. Odası Raporları).

3-Diğer büyük payı ise Egzoz Gazları oluşturmaktadır. Dolayısıyla başta İstanbul olmak üzere tüm kentlerimizde fosil yakıtların kullanılmasından vazgeçilerek, elektrikle çalışan araçların kullanılmasına geçilmelidir. Yani toplu taşım araçları örneğin; metro ve diğer raylı sistemler, elektrikli otobüs, deniz taşımacılığı ağırlık kazanmalı, uçak taşımacılığı etap etap yerini hızlı trenlere bırakmalıdır. Yetmez özellikle büyük şehirlerde tüm araçlar etap etap elektrikle çalışan araçlara dönüştürülmelidir.

4-İstanbul Kuzey Ormanları, Kırklareli’den Sakarya’ya kadar tıpkı tarihi yapılar gibi korunmaya alınmalı. Su havzaları kirletilmemeli. Kuzey Ormanları içinde maden, taş ocakları gibi şeyleri çıkarma gibi izinler iptal edilerek ormanlara nefes aldırılmalıdır. Ayrıca Havaalanı, Boğaz Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu gibi projeler asla İstanbul’da bir daha üretilmemeli. Kuzey Ormanları yeterince tahrip edildi. Bu ve benzeri yapıların etrafında yapılaşmaya ise mutlak yasak getirilmelidir. Kuzey Ormanlarına artık çivi çakılmamalı ve çaktırılmamalıdır. Bu tedbirler tüm Türkiye’de de alınmalıdır. Yangınlarda yanan yerler asla yapılaşmaya açılmamalı ve derhal ağaçlandırılmalıdır.

5-Orman yangınlarının çoğalmasında en büyük sebep küresel ısınmadır. Dolayısıyla yapılaşmayı kontrol altına alırken diğer yandan da orman yangınlarını kısa sürede söndürmek için ulusal birlik içinde ve güçler (yerel ve merkezi) birleştirilerek tedbirler alınmalıdır. Yangın söndürme işi bir siyasi polemiğe dönüştürülemez. Hele hele Cumhurbaşkanının talimatıyla yangın söndürüldü gibi komikliklere düşülmemelidir.

6-Türkiye’de su kaçakları yüzde 40, İstanbul’da yüzde 20 mertebesindedir (İSKİ). Su kaçakları altyapıların yenilenmesiyle en aza indirilmeli, su tasarruflarıyla ilgili eğitimler verilmelidir.

7-Türkiye genelinde yanlış tarımcılık (her yıl aynı ürünü asırlardır üretme anlayışı), topraklarımızı tuzlu topraklara dönüştürdü. Oluşan toprak kalitesizliği ile birlikte verim düştü. Planlı, denetimli tarım uygulamalarına geçilerek verimli topraklara yeniden dönülmelidir. Bu çalışmaya öncelikle İç Anadolu’dan başlanmalıdır.

8-İçilebilir su kaynakları özellikle sanayi ve tarımda pervasızca kullanılmaktadır. Sanayi denetim altına alınmalıdır. Arıtma sistemlerinden asla taviz verilmemeli, arıtma sistemleri güneş enerjisiyle çalıştırılmalıdır. Yağmur Suyu biriktirme, zorunlu hale getirilmelidir. Kent içinde yağmur sularını depolara taşıyan altyapı kurulmalı ve depolar oluşturulmalıdır.

9-Tarımda ve kent içi yeşil alanlarda damlama sistemi zorunlu kılınmalıdır. Kimyasal ilaçlamaları kademeli olarak organik gübrelere dönüştürerek, GDO’su ile oynanmış ve izin verilen hibrit tohumlar yerine, yerli tohum kullanılmalıdır.

10-Yeraltı madenlerini yer yüzüne çıkarma ruhsatları ivedilikle ele alınmalı zarar verenlere son verilmeli. Özellikle topraklarımızı, sularımızı, ormanlarımızı zehirleyen arsenikle maden çıkarma ruhsatları ise derhal ve tavizsiz tüm Türkiye’de iptal edilmelidir. Arsenik kullanılarak maden çıkarma işi cinayettir. Dünya’nın ikinci oksijen deposu Kaz Dağlarına, Erzincan’da Fırat Nehrinin dibinde, Kelkit Vadisinde arsenikle altın çıkarma iznini veren anlayışlar vatana ihanet ediyor. Bu gözü dönmüşlüğe derhal son verilmelidir.

 

 

 

Dursun Bulut

İnşaat Mühendisi , TÜSES Yönetim Kurulu Üyesi