Başlama / BitişTarihi:
17.03.2007 / 17.03.2007
Yer:
PROGRAM
Açış Konuşmaları ve Plaket Töreni
İlhan Tekeli
Mehmet Ural:
TÜSES Yönetim Kurulu adına hepinize hoş geldiniz diyerek toplantıyı açmak istiyorum. Bizim tabii yıl içinde değişik faaliyetlerimiz oluyor, ama sanıyorum en anlamlı toplantımız sosyal demokrat düşünceye katkı yapan, uygulamaya katkı yapan siyaset ve bilim insanları için düzenlediğimiz bu armağan toplantıları oluyor. Bu nedenle özel bir kıvanç duyuyoruz, özel bir onur duyuyoruz bu toplantılar için ve sizlerin katılımları için de çok teşekkür ediyoruz, gönülden teşekkürler ediyoruz sizlere.
Bugünkü toplantımız armağan toplantılarımızın üçüncüsü. İlk toplantımızı 2005 yılında sayın Erdal İnönü için yapmıştık. Geçen sene, bugün de aramızda olan Nejat Erder için armağan toplantımız yapmıştık. Bu yıl, 2007’de, armağan toplantımızı sayın İlhan Tekeli için yapıyoruz.
Siz bakmayın toplantımızın başlığının “İlhan Tekeli’ye Armağan” olmasına. Esasında yine armağanı ondan alacağız. Her zaman olduğu gibi bugün de İlhan Tekeli bize temsili demokraside muhalefet kalıplarını kırmak konulu bir tebliğ ile konuyu başlatacak. Sanıyorum, hepimiz kendisinin sözleriyle söyleyeyim, muhalefete muhalif olmak duygusuna fazlasıyla sahibiz, hele bugünlerde. Bunun nedenleri ve açılımları konusunda kendi analizlerini bize sunacak. Hepimizin aradığı cevapları da orada bulacağımızı umuyorum.
Toplantımızın ilk bölümünde plaket törenimiz var. Bazı dostlarımız, eminim her dost İlhan Bey’le ilgili anılara sahiptir, onları paylaşmak ister ama ben bazı dostlarımızdan bunu bizim adımıza yapmasını rica ettim. Önce Atilla Candır’dan rica edeceğim, daha sonra Burhan Şenatalar’dan rica edeceğim birer konuşma yapmalarını.
Plaket konuşmalarından sonra İlhan Tekeli hocamız konuşmasını yapacak, ondan sonra bir ara vereceğiz, aradan sonra sayın Koray Göymen’in yöneteceği panelimizde iki değerli konuşmacımız olacak. Nazik Işık ve Fuat Keyman. İlhan Hoca’nın konuşması üzerine yorumlarını sunacaklar. Daha sonra bize epeyce bir zaman kalacak salonun görüşlerini, yorumlarını almak için.
Bildiğiniz gibi İlhan Bey’in bu sunumu dört sosyal demokrat kuruluşun, Demokratik Değişim Derneği’nin, Sosyal Demokrasi Derneği’nin, SODEV’in ve TÜSES’in 2,5-3 yıl önce başlatmış olduğu “Türkiye’de siyaset kültürünü ve pratiğini dönüştürme çalışmaları”nın bir devamı niteliğinde olacak. İlhan Bey bu toplantılarda üç tane yazı hazırlamıştı, bugün onları tamamlayan dördüncüsünü ilk kez bizlere sunacak.
Ben plaket törenimizin ilk konuşmasını yapması için sayın Atilla Candır’ı davet ediyorum.
Atilla Candır:
İlhan’ın bilimsel yetkinliğini, bilim ve düşün dünyasındaki yerini, değerini anlatmak bilim ve düşün insanlarının işi olmalı. Disiplinlerarası böylesine zengin ve iddialı, aynı zamanda sürekli üretken bir dağarcığın, her biri kendi alanında katkı niteliğinde eserlerini değerlendirmek ve yorumlamak için önce yazdıklarını okumak sabrını göstermek ve okumaya gerekli zamanı ayırmak gerekir. Kanımca İlhan hakkında konuşmanın en zor tarafı bu. Başka bir deyişle, bilim adamlarının İlhan üzerine konuşmaları hiç de kolay değil.
Oysa ben burada kolayı seçiyorum. Dostum, arkadaşım; aklına, bilgisine, erdemine her zaman başvurduğum İlhan’ın gırgır ve hınzır yanını sizlere anlatmaya çalışacağım.İlhan ile ortak bekâr evimizle başlayan, daha sonra aynı sosyal konut apartmanının farklı dairelerini paylaştığımız yıllarla süren, aynı sitedeki yazlık evlerimizde devam eden, sürmekte olan 45 yıllık dostluk her zaman keyifle anımsadığım anılarla süslü. Anıların belleğimdeki tespihini çekerek, bir yerden, ortak bekâr dünyamızdan başlayabilirim.
63 yılında Ankara Bahçelievler Pazar durağındaki üç arkadaş paylaştığımız mobilyalı bir evdeyiz. İlhan, İmar İskan Bakanlığında çalışıyor ve Zonguldak Bölge Planı yapıyor, ODTÜ’de şehircilik lisansüstü derslerine devam ediyor. Altan, evi paylaştığımız üçüncü arkadaşımız, Hacettepe’nin Mimarlık Mühendis bürolarında çalışıyor. Türkiye İşçi Partisi’nin Ankara il başkanı. Ben, DPT’de demir-çelik sektörüyle genel imalat sanayi üzerine çalışıyorum. Hemen her akşam, işten sonra eve geliyor ve Pazar durağındaki lokantaya gidiyoruz. Genellikle kaşar köfte, rosto ve tatlıdan oluşan yemeğimizi yiyoruz. Bu lokantaya takılmamızın İlhan için bir artısı var. Kürdan kullanmak serbest, kırmak da serbest. Lokantadan döndükten sonra üçümüz de ilgi alanımızda bir şeyler okuyup yazmaya çalışıyoruz. Doğrusu şu, İlhan okuyor ve yazıyor; ben okuyorum; Altan önce masasını düzenliyor, hazırlık yapıyor, okuyup yazmak için bir hayli enerji harcıyor ve yoruluyor, bu aşamada yorgunluğunu gidermek veya uykusunu dağıtmak için odasından bize sesleniyor: “Bir çay yapın da içelim artık,” diyor. İlhan ve ben çay demlerse içebileceğimizi söylüyoruz. Sonunda üç el blum oynamak ve kaybedenin çayı yapmasına karar veriyoruz. İlhan’ın kurgusu ve hınzırlığı ile hemen her seferinde Altan’ın demlediği çayları içmeye devam ediyoruz.
İlhan’ın temel niteliklerinden birisi hemen her koşulda okuyup yazması ve aynı zamanda orada bulunanlara laf yetiştirmesi, görüş verebilmesidir. Hiçbir etki, İlhan’ın okuyup yazma kapasitesini azaltamaz, konsantrasyonunu bozamaz. Buraya girmeden önce bekâr evimizden bir kısa bilgi vermek durumundayız. Şimdi bir apartman düşünün, dış kapısı sürekli açık, hemen dış kapının girişinin karşısında bizim dairenin kapısı var ve kapının kilidi bozuk. Yani dışarıdan gelen bir kimse dairenin kapısını hafif itse içeriye girebilir. Nitekim evde otururken veya oyalanırken herhangi birisi gelir kapıyı hafif iter, içeri girer, duşunu alır, mutfakta bulduklarını yer, sonra selam vermese de teşekkür etmese de olur, evi terk edip gidebilirdi. Günlerden bir gün sıkıyönetimin de olduğu bir zaman diliminde, Ankara Tiyatrosu oyuncuları gece yarısından sonra bizim eve sığındılar. Yeterince alkol almışlar ve hemen hepsi çakırkeyif. İlhan salondaki divanın üzerinde her zaman yaptığı gibi yüzükoyun uzanmış, bir taraftan okuyor, bir taraftan da yazıyor. Gelenler şakalaşıyorlar, gürültü ediyorlar; istekleri İlhan’ın çalışmasını bırakıp onlara katılması. Bu patırtı arasında herhangi bir kimsenin çalışması mümkün değil. Ama, İlhan çalışmasına devam ediyor. Bu durum gelenlerin, belki de biraz çakırkeyif olmanın da etkisiyle İlhan’ı çalışmasından ayıramıyorsak bu durumda bu evde kalamayız deyip sıkıyönetim oluşuna aldırmayarak evi terk ettiler.
O yıllarda beraber paylaştığımız bir öğreti yerimiz vardı, Mübeccel Kıray’ın evi. Biz Mübeccel Hanım’ın rahleyi tedrisinde bulunmanın büyük bir keyif olduğunu söyleyebiliriz. Cuma akşamları Mübeccel Hanım’ın evine gidilirdi. Bu ziyaretlere katılan başka arkadaşlarımız da olurdu. Orada bir parça günlük olayları biraz aktüaliteyi, daha çok da biraz ucundan dedikoduya dönen hınzırca değerlendirmeyi sürdürür giderdik. Tabii ki o tartışmalarda Mübeccel Hanım belirleyici, İlhan da onu zorlayan kimse olurdu; biz kuzu kuzu dinlerdik onları. Bu ziyaretler Mübeccel Hanım’ın yurtdışında bir göreve gitmesi, sonra da İstanbul’a naklini yaptırmasına kadar yıllarca sürdü. O akşamların güzel bir tarafı biz Mübeccel Hanım’ın rahlesinde bu saatleri yaşarken, kocası İbrahim Bey’in, İbo’nun bizlere çok güzel hamur işi ikramlarda bulunması ve çok güzel bir çay ikram etmesiydi.
Şimdi, sizlere Planoba yıllarımızdan biraz söz edeceğim. Yine o yıllarda kendi aramızdaki girişimle bir sosyal konut apartmanı yapma kararı verdik. Birinci plancılar -ki Nejat Ağabey burada- sosyal planlama kaynaklı Sosyal Sigortalar Kurumu’nun kredi vereceği konutların en fazla 63,5 metrekare kurulmasıyla ilgili bir norm getirmişlerdi. Bunun dışında biz de eğer Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan kredi alacaksak, yapabileceğimiz evin büyüklüğü 63,5 metrekareyi geçemezdi. Önce aylıklarımızdan ayırabildiğimiz 150’şer lirayı bir hesapta toplamaya başladık. Ama, baktığımız arsalardan hiçbirisini bu toplayabildiğimiz paralarla alamıyorduk. Sonunda 60 bin liraya bir arsa bulduk, başlangıçta sekiz daireli bir apartman düşünürken, projemizi 16 daireye taşıdık. Bu 16 dairenin esas tanımı şöyle: 15 çift ve bir de İlhan Tekeli. Bu projelerin mimarı rahmetli İlhan İnkaya oldu. İlhan bütün sosyal bilimlere hevesinin ve uğraşının yanında mesleğinin gereğini yerine getirdi, Oktay Türel ile birlikte, statik ve betonarme hesaplarını yaptı. Ben mekanik projesini yaptım, Bozkurt da elektrik projesini yaptı, yani projeye para vermedik. Sonra 44 bin lira kredi aldık ve evlerimizi bitirdik. Evleri bitirirken, şöyle bir olay yaşadık. Bilenler hatırlar, o yıllarda kat betonları döküldükten sonra betonun tav alması için 28 gün gibi bir süre geçiyordu ve kış şartlarında yapılan betonlarda da bir donma tehlikesi yaşanıyordu. Dolayısıyla, soğuk günlere gelen bazı kamp betonlarının üzerinde ateşler yakmamız gerekti tav alması için. Sonunda evleri bitirdik, taşınır duruma geldiğimiz zaman içimizde bir endişe var; acaba bu yaptığımız sosyal konut apartman sağlam mı, bizi taşır mı, yıkılır mı, çöker mi endişesi. Bunun da yolunu İlhan’ın kitaplarına dayalı olarak bulduk. Önce İlhan’ın dairesine sahip olduğu kitapları güzelce yerleştirdik, bütün duvarlar öylesine bir yüklendi ki, baktık ev yıkılmadı, öyleyse biz de girebiliriz düşüncesiyle eve girdik ve yıllarca bu evi paylaştık.
Tam bir komüniteydi. Yani bugün adını saysam hepinizin çok yakından tanıdığı 15 çift, karıkoca hepimiz arkadaş insanlardık, bir de İlhan Tekeli. Bu apartmanda hepimizin sığındığı bir yer vardı, İlhan’ın evi. Diyelim ki çalışma saatlerinden sonra eve geldik, yemeklerimizi yedik, ondan sonra hemen hepimiz evler birbirine kapıları açık sistemler olduğu için doğru İlhan’ın dairesine gider, İlhan çalışmasına devam ederken, biz orada bütün patırtısıyla tavla oynamaya ve İlhan’ın kahvelerini içmeye devam ederdik.
Tabii İlhan’ın çok özel bir yapısı var; en önemlisi bence çocukları çok sevmesi. Düşünün, yine o yıllarda kapıcı Abbas’ın çocukları dahil, 0-7 yaş arasında 24 çocuk var apartmanda. Bunların hepsi için sığınacak ilk yer -bizim gibi- İlhan’ın evi olurdu. Aşağıda arka bahçede oynarlar, ihtiyaç duydukları zaman doğru İlhan’ın kapısını çalarlar. İlhan kapıyı açtığı zaman ya bacaklarının arasından ya kenarından geçerek doğru dolabını açarlar, İlhan’ın onlar için stokladığı Pepsi’lerden bir tanesini alıp içtikten sonra tekrar oynamaya giderlerdi. Tabii İlhan bu arada başka şeyler de yapardı. Mesela zaman zaman kendi çalışma ortamından zaman ayırarak, çocukların çok ciddi bir şekilde resim yapmalarına yardımcı olurdu. Onlarla oturur, büyük bir sabırla onlara resim yapmayı öğretirdi ve beraber resim yapardı.
Bu apartmanda yine benim çok keyifle söyleyebileceğim bir başka beraberliğimiz, Nusret Hoca’nın evinde başlatılan Salı dersleriydi. Nusret Hızır’ın ODTÜ’deki görevinden de ayrıldıktan sonra bir parça boşta kaldığını hisseden İlhan Tekeli, her zamanki gönül zenginliği ile bir gün “Nusret Hoca’ya gidelim, bize ders vermesini isteyelim, bu onu mutlu edecektir,” dedi. İlhan, ben ve Gencay Şeylan bir sonbahar akşamı Nusret Hoca’nın evine -yani Ayşe Abla’nın kolejine-, oturduğu yere gittik. Önce salonda konuşmaya başladık ve Salı dersleri böyle başladı. Nusret Hoca’nın öğretisi gerçekten çok üst düzeyde bir alanda, bilim felsefesi etrafındaydı. İtiraf edeyim ben fırsat buldukça yıllarca bu derslere gittim, büyük bir keyifle izledim, ama anlattıklarını hiç anlamadım. Matematik formülasyon ile yapardı bu işi, entegraller vs.ler tahtada yer alırdı. Bunu yapabilmek için de Nusret Hoca’nın bir hafta boyunca dersine hazırlandığını bilirdik. Yine önce salonda başlayan bu öğreti, sonra ilkokul olan kolejin beşinci sınıflarındaki sıralara intikal etti. Dört beş kişi ile başlayan beraberlikler 14-15 kişiye kadar çıktı. Burada tabii dramatik bir son var. Bir son derse gittiğimiz zaman -bunu İlhan ile de teyit ettim- sınıfta oturduk, Nusret Hoca’nın gelip dersi anlatmasını bekliyorduk. Hastaydı o günlerde; bir doktor içeriden geldi -aynı katta oluyor bunlar-, Hoca’nın derse gelemeyeceğini söyledi. İlhan ile ikimiz izin aldık sınıftan, temsilen Hoca’nın yattığı odaya gittik. Bizi görünce gözleri parladı ve şu cümleyi söyledi, hiç unutamam: “Vallahi dersi hazırladım,” dedi. Yani dersten kaçmıyorum. Sonra birkaç gün içinde rahmetli oldu.
Bu anılar tespihinin daha çok çekilecek tanesi var, nasılsa yeni armağanlar, ödüller sırada, o bakımdan fırsatım olursa onları da anlatırım.
Kendi adıma özetle söyleyeceğim şu, çalışma yaşamımın her döneminde İlhan’ın görüş ve değerlendirmeleri, bana ilham vermiş ve sonuçta beni mutlu eden yönetim ve uygulama kararları almama, doğru yöntemler geliştirmeme ışık tutmuştur. Engin bir hoşgörü, sevgi dolu bir yürek, gerçek bir dost olmuştur İlhan benim için. Öyle de sürüyor. Aldığı ödüllerin, armağanların hepsini izleyemedim, tam olarak sayısını bilmiyorum, ama TÜSES’in bu armağanının doğru ve çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Nice sağlıklı, üretken armağanlarla dolu yıllar diliyorum sevgili İlhan’a.
Mehmet Ural:
Değerli konuklar, gördüğünüz gibi son üç yıldır toplantının ilk bölümleri çok daha renkli oluyor. Öyle anlaşılıyor ki sosyal demokratların düşüncelerden çok yaşadıkları daha ilginçmiş. Bundan sonraki toplantılarda bu zamanı ona göre dağıtmayı düşüneceğiz doğrusu. Şimdi Burhan Şenatalar’ı kürsüye davet edelim.
Burhan Şenatalar:
Çok teşekkür ederim. Ben de İlhan ile kendi yaşadığım, paylaştığım bazı anılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İlhan Tekeli tabii öğrenciliğimden itibaren, asistanlık dönemimde de ismini duyduğum, uzaktan saygı duyduğum ama tanışma fırsatı bulamadığım bir kimseydi. Benden birazcık daha büyük. Ve ilk defa karşılaşmamız, 1981 yılında oldu, demek ki 25 yılı biraz aşan bir tanışıklığımız var.
İlk karşılaşmamız bir anlamda komik bir ortamda gerçekleşti. Yurt Ansiklopedisi diye bir ansiklopedi çıkıyordu, 1981’den 84’e kadar; her hafta bir fasikül yayınlanıyordu. 10 bin cildi aşan, il bazında hazırlanmış bir ansiklopedidir, illerle ilgili içinde istemediğiniz kadar ayrıntı vardır; yani aşırı ayrıntılı demek bile mümkün. Bu aşırı ayrıntılı ansiklopedi hazırlanırken, esas kapital sahibi olarak sevgili Nazar Büyüm bu işin arkasında duruyordu. Benim fakülteden arkadaşım olan Yücel Yaman da bu projenin fikir babasıydı. Fikir babası ama fikri çok da iyi ortaya çıkartamamış, o bu işi düşünürken, diyelim şu çapta bir iş düşünmüşse iş bir başladı ki bu çapta bir iş. Bana da orada belli bir sorumluluk söylemişti ve ben de onu kabul etmiştim. İşin içine girince gördüm ki, benim düşündüğüm sorumluluk da buymuş, bu kadar olmuş. Bir anlamda pişmanım fakat çıkmam mümkün değil, bırakmam mümkün değil. Kasım ayında yayına başlayacak ve her hafta çıkacak. Daha sonra da oldukça tuttu doğrusu. Ortalama olarak üç yıl süren bu ansiklopedi ortalama 55 bin sattı. Ve oldukça da başarılı oldu, daha sonra taklitleri de çıktı, o ansiklopediden birkaç gazete ansiklopedi eki üretti. Tabii arkadaşımın düşündüğü, diyelim en fazla 15 kişi lazımken, 18 oldu, 20 oldu, 24-25 oldu. Kasım başında çıkması lazım, Adana fasikülü hazırlanacak, ekibin de önemli bir kısmı genç, hayatında ilk defa iş hayatına girmiş arkadaşlar, önemli bir kısmı da 80 Darbesi’nden dolayı açıkta kalmış insanlar, yani her birinin ya ağabeyi ya teyzesi içeride. Bir yandan devamlı bir sol muhabbettir gidiyor, bir yandan iş yapılıyor ama iş istendiği gibi üremiyor. Bayağı yaklaşıldığı zaman, haliyle Nazar Büyüm baktı, bu iş çökecek. Ankara’dan önemli bir kısmını İşçi Partisi’nden tanıdığı arkadaşlarından bir grup çağırdı; bazılarının isimlerini biliyorsunuz, İlhan da geldi. Şimdi biz tabii Adana’yı yazıyoruz, alfabetik gidiyoruz. Adana meselesinin bir türlü bütünlüğünü oluşturamamışız. Ankara’dan gelen beş altı arkadaş dosyayı okuyup geldiler. İlhan konuşmaların yüzde 90’ını yapıyor, o beş altı kişi de evet çok doğru diyor. Şimdi İlhan Adana’yı bir anlatmaya başladı, Çukurova nasıl, nasıl sulama girdi, nasıl traktör girdi, daha evvel Yörükler ne yaparlardı, Türkmenler falan, anlatıyor anlatıyor... Bende izlenim oluştu, “Hah,” dedim, “demek İlhan Tekeli adana uzmanı.” Olabilir, çok etkilendim. Dosyayı mümkün mertebe onların tuttuğu ışıkla biz geliştirdik, ama hâlâ hadise tam rayına oturmadığı için, 06 geldi Ankara, altından kalkmak hiç mümkün değil. Hadi tekrar Ankara’dan yardım istedi, İlhan ve arkadaşları tekrar geldiler. Bu sefer Ankara’da anlaşıldı ki İlhan bir derya. Bir Ankara anlatmaya başlıyor, işte Herman Yensen geldi diyor, şöyle şöyle katkı yaptı, şu fikirleri getirdi, şunları uygulamaya geçirdi, arkadan Buruna Taut geldi diyor, o şunu şunu yaptı diyor, Hostmaster’ın katkısı da şudur diyor; ben böyle büyülendim. Bu sadece mimarlıkla, şehircilikle ilgili kısmı değil, aynı zamanda tarih kısmı da giriyor. İsmet Paşa demişti ki Atatürk’e, Atatürk de bilmem şuna... Ve gerçekten bende orada İlhan’ın entelektüel performansıyla ilgili ilk şüphe uyandı, arkadaşlara dedim ki “Allah geçinden versin, ölümünden sonra kafatasının içinde iki beyin çıkacak diye şüpheleniyorum,” dedim. O zaman tomografi falan yoktu, son yıllarda çaktırmadan bir beyin tomografisi çektirsek mi diye arada düşündüğüm oluyor. Yurt Ansiklopedisi sırasında üç yıla yakın Adana ve Ankara vartalarını atlattıktan sonra kadro genişledi, biraz rayına girdi. Arada yine fikirler aldık ama işi götürdüğümüzü zannediyorum.
Daha sonra 96’da Habitat II’de tekrar bir karşılaşma fırsatımız oldu, o zaman Mehmet Ural’ın sahibi ve yöneticilerinden olduğu Yorum Ajans bazı sosyal tanıtım ve politik tanıtım projeleri alıyordu, ben de onlara katılıyordum. Habitat II’nin tanıtımını da yine Nazar Büyüm’ün ajansı ile Yorum Ajans birlikte almıştı. Ben de katılmıştım. Tabii Türkiye’nin yanılmıyorsam gördüğü en büyük uluslararası toplantı idi. Çok başarılı geçti ve bunun arkasındaki Danışma Kurulu Başkanı, beyin, İlhan’dır. Başta Yiğit Gülöksüz olmak üzere başkalarının da katkıları son derece önemlidir. Ama gerek Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının gerek kamu otoritesindeki insanların bu toplantıya zihnen ve maddeten hazırlanması konusunda İlhan Tekeli gerçekten bir öncülük yaptı. Benim açımdan esas keyifli kısmı daha yakın dönemde oldu. 2001 yılında Cumhurbaşkanı Sezer beni YÖK üyeliğine atadı, aradan iki yıl kadar bir süre geçti, İlhan Tekeli’yi atadı. Bu çok keyifli bir şey oldu. Çünkü zaten YÖK’ün havası değişmeye başlamıştı, dengeleri değişiyordu, İlhan’ın gelmesiyle daha da ciddi bir şekilde değişti. Benim açımdan keyifli kısmı şu oldu: Orada alfabetik sırayla oturulur; Şenatalar, Tekeli yan yana oturmaya başladık, arada çok güzel kulis paylaşmaları yapıyorduk. Artık bu bazı konularda göz göze geldiğimiz anda nasıl oy kullanacağımıza kadar gidebiliyordu. Daha sonra benim üyeliğim bitti fakat en son açıklanan Strateji Komisyonu Raporu için çalışmaya başladık, o da bir buçuk yıl kadar sürmüştür. Ve bunu abartı olarak kabul etmeyin, Türkiye’de yüksek öğretimle ilgili olarak hazırlanmış en kapsamlı, en içerikli rapordur. Bu raporun hazırlanmasında yaklaşık on kişi görev yaptı, orada da düşünce önderi İlhan’dır. Dolayısıyla, hem çok zevkli bir çalışma oldu hem de Türkiye yüksek öğretimine çok önemli bir katkı oldu.
Bunun dışında bizim siyaset yapma tarzıyla ilgili atölyelerimizde beraber olduk. Başka bir çalışma; Küba’nın Sosyal Bilimlerde Öngörü çalışması, orada beraber olduk.
Bütün bunlardan ben şahsen çok şey kazandım, çok şey öğrendim. Beni etkileyen bazı özelliklerini bazı arkadaşlarım şüphesiz benim kadar biliyorlar, belki daha fazla biliyorlar, ama birkaç tanesine değinmek istiyorum doğrusu.
İlhan benim Türkiye’deki başka arkadaşlarımda görmediğim kadar üretken ve çalışkan bir insan. Gerçekten inanılmaz bir tempo ile üretiyor, ortaya çıkarıyor, burada çalışmalarının bir çoğunda önemli payı olan selim İlkin’ini de anmadan geçemeyeceğim. İlhan’ın bu üretme temposunun arkasında inanılmaz bir merak ve heyecan var. Bu heyecana zaman zaman tanık olduğumda gerçekten çok hayranlık duydum. Mesela, YÖK Genel Kurulu’ndan sonra yemek yerken biraz gündelik politika falan konuşulurken, konu bir yerinden II. Dünya Savaşı’na gelirse, İlhan hemen II. Dünya Savaşı’yla ilgili yazmakta olduğu kitabı ve kitabın içinde mesela Rus tanklarıyla Romen tankları arasındaki farkı hem teknik, hem askeri, hep politik olarak bir konteks içine oturtup, fevkalade güzel ortaya koyuyor.
Üretken ve çalışkan olmasının yanında bence çok saygı duyduğum bir yönü takım çalışması için ideal bir insan. Hem fevkalade uyumlu hem de işin çok kısmını taşıyor. Bu bakımdan eğer herhangi bir teklif gelirse tereddütsüz kabul edin; İlhan ile her projeye girerim, size de tavsiye ederim. Biz bu strateji raporunu hazırlarken, mesela çoğumuz 20 sayfayı on günde zor yazarken, işte yedi sekiz kişi İlhan’a götürüyor son redaksiyonu yapsın diye, bizim mesela yedi sekiz kişi 10’ar gün harcadığımız bir işi, yedi sekiz kişinin raporunu İlhan iki günde halledip çıkarabiliyor.
Çok ciddi, çok etkileyici bir soyutlama ve modelleme kapasitesi var. İster İstanbul’un trafiğini konuşun, ister Türkiye olarak futboldaki başarısızlığımızı konuşun, bir şekilde onu bir büyük bütün içine yerleştirip, bir model düzeyinde tahlil yapıp, ondan sonra bir yere bağlama yeteneği gerçekten etkileyici. Çok önemli bulduğum bir özelliği, İlhan tam anlamıyla Türkiyeli bir bilim insanı. Türkiye’nin sorunlarıyla çok ciddi şekilde ilgileniyor, Türkiye’nin içinden bakıyor, Türkçe yayın yapmasına rağmen uluslararası nitelikte yayın yapıyor ve Türkiye’yi okurken, sadece literatürden değil, aynı zamanda hayatın içinden okuyor. Bunu yakalayan bir insan günümüzde ne kadar var bilemeyeceğim, pek olduğunu da söylemeye cesaret edemiyorum doğrusu.
Bilim ile politika arasındaki bağı fevkalade kuruyor. Yani, bizim atölye çalışmalarımızda da Sosyal Demokrasi Derneği toplantılarında da TÜSES toplantılarında da her yerde bunu fevkalade başarılı bir şekilde yapıyor ve ışık tutuyor, bilim politika ilişkisine. Aynı zamanda politika sivil toplum kuruluşu, bilim sivil toplum kuruluşu ilişkilerini de fevkalade kuruyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında özellikle Tarih Vakfı’nda Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığını hepimiz biliyoruz. Ve nihayet bütün bunları yaparken, samimi bir tevazu ile yapıyor, çok etkileyen taraflarından birisi bu. İlhan’ın hiçbir zaman şu kadar kitap yazdım, haberin var mı havasında konuştuğuna ben rastlamadım, bu çok etkileyici. Ve her girdiği yerde hakikaten ben bilirim havasında değil, adeta bir iş yapmıştım, onu da sizlerle paylaşayım havasında konuşuyor.
Bu tevazu ile ilgili olarak giyim tarzında da bu tarzını görmektesiniz. Hiçbir zaman kravat takmaz, ama son olarak kravat taktığı bir güne ben tanık oldum. Bu strateji raporu cumhurbaşkanına sunulacağı gün YÖK’te toplanmıştık, a bir baktık İlhan kravatlı gelmiş. İlhan’ı kravatlı görünce geri kalan herkesin kravat takması alelade bir olay, İlhan kravatlı olunca çok ilgi çekti, sağa kaymış, sola kaymış diye ilgi gösterdi.
Az önce, geçmişte bende bir şüphe uyanmıştı acaba iki beyin mi var diye demiştim ya, son zamanlarda bir başka şüphe uyandı. Bu çalışma temposunu gördükten sonra, şu soruyu sormaya başladım, acaba klonlanmış ilk Türk bilim insanı İlhan Tekeli mi, o İstanbul’da konuşurken, eşdeğer bir İlhan Tekeli Ankara’da kitapları yazmaya devam ediyor olabilir... Bunun üzerinde düşünün. Teşekkür ederim.
Mehmet Ural:
Doğrusu, biz İlhan Bey için armağan toplantısı düzenlemeyi düşünürken, sadece bir tane olmayacağını biliyorduk, gördüğünüz gibi birkaç toplantı düzenlememiz gerekiyor İlhan Bey için.
Kendisine plaketimizi TÜSES’in ilk başkanı Koray Göymen veriyor ve İlhan Bey’den sunumunu dinliyoruz.