Başlama / BitişTarihi:
05.02.2005 / 05.02.2005
Yer:
PROGRAM
Açış Konuşmaları ve Armağan Sunumu
Moderatör: Şule Kut
Konuşmacılar:
Murat Karayalçın
Şükrü Sina Gürel
Özden Sanberk
Mehmet Ural:
Değerli konuklar, değerli TÜSES dostları, 2005 yılının -aynı zamanda TÜSES’in 17. yılının- ilk etkinliğine, ilk toplantısına hoş geldiniz. Hepinizi Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.
Bugün tahmin edeceğiniz gibi TÜSES için çok özel ve anlamlı bir gün. Yönetim Kurulumuz bu yıl ilk defa Türkiye’de sosyal demokrat düşüncelere ve/veya sosyal demokrat politikaların, programların uygulamasına katkı sunan siyaset ve bilim insanları için -her yıl birisi adına- bir armağan toplantısı düzenlemeye karar verdi. Bu senenin ilk toplantısı bu armağan toplantılarımızın da ilki ve değerli devlet adamı ve bilim adamı sayın Erdal İnönü’ye armağan ettiğimiz bir panelle başlatıyoruz.
Erdal Bey size çok teşekkür ederiz.
Değerli dostlar, Erdal İnönü adına bir armağan toplantısı düzenlediğimizi ve konuşmacı olmalarını rica ettiğimiz zaman isteğimizi memnuniyetle ve onur duyarak kabul ettiklerini belirtme nezaketi gösteren çok değerli panelistlerimize, Dışişleri eski bakanları sayın Murat Karayalçın, sayın Şükrü Sina Gürel, Dışişleri eski müsteşarı emekli büyükelçi Özden Sanberk’e ve bu paneli yönetecek olan Bilgi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı sayın Şule Kut’a Yönetim Kurulu adına tekrar tekrar teşekkür ederim.
Değerli dostlar, bu toplantıyı biz Alman sosyal demokrat Friedrich Ebert Vakfı'nın katkılarıyla gerçekleştiriyoruz. Friedrich Ebert Vakfı bize her zaman destek oldu, destek olmaya da devam ediyor. Bu vakfa ve vakfın çok değerli Türkiye temsilcisi yoldaşımız Hans Schumaher’e huzurlarınızda teşekkür etmeyi doğrusu zevkli bir görev biliyorum.
Ve sizler, değerli konuklarımız, değerli TÜSES dostları; görüyorum, büyük bir kadirşinaslık ve coşkuyla toplantımıza katıldınız. Erdal Bey kendi duygularını herhalde birazdan ifade edecektir ama ben en azından bizler için bu katılımın çok umut verici ve güç verici olduğunu söyleyip, sizlere tek tek teşekkür etmek istiyorum.
Bir teşekkür borcum daha kaldı. Bu toplantının, birazdan başlayacak panelin yanı sıra önemli bir bölümü daha var; TÜSES adına bugünle ilgili Erdal Bey'le ilgili bir konuşma yapmak. Ben bu görevi TÜSES’in kurucularından, değerli siyaset adamı, gazeteci yazar sayın Altan Öymen’den rica ettim. Kendisi hiç duraksamadan zevkle diyerek kabul etti. Ben de aynı duygularla şimdi teşekkürlerimizle kendisini konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Altan Öymen:
Efendim, aslında sayın Ural bana teşekkür etti ama ben kendisine teşekkür etmeliyim. Çünkü bu gerçekten büyük bir onur benim için. Sayın Erdal İnönü ile ilgili birkaç şey söyleme fırsatını böylece bulmuş oldum. Aslında, çok uzun konuşmalar bile yetmez onun vasıflarını anlatmaya ama bana verilen beş altı dakikalık süre içinde bir şeyler söyleyeceğim.
Erdal İnönü sadece Türkiye’nin değil dünyanın da sayılı bilim adamlarından. Fakat TÜSES’in bu davet düşüncesi ve isabetli kararıyla ona bu panel armağanı verilirken, onun sosyal demokrasiye katkıları göz önünde tutulmuş. Zaten onun bilim adamı vasıfları üzerine söz söylemek bana düşmez. Ama sosyal demokrasiyle ilgili tarafı için birkaç şey söyleyeceğim.
Bir kere politikaya katılması öyle kolay olmadı anladığım kadarıyla. Bunun yakın şahidiyim. Şu sebeple; ben CHP’nin 1980 müdahalesinden sonra kapatılmasından önceki son yönetici kadrosundaydım. Partinin genel sekreter yardımcısıydım. Parti bir gün kapatıldı, bir deniz binbaşısı geldi, partinin evrakını falan aldı, biz de partinin son yöneticileri olarak partinin mirasıyla baş başa kaldık. Son yöneticiler derken, sayın Ecevit o sırada istifa etmişti, ayrılmıştı, Hamzaköy’den döndükten sonra. Mustafa Üstündağ genel sekreterdi, o zaman genel başkan yardımcıları yoktu. Genel sekreter yardımcılarından biri bendim, biri Erol Tuncer’di, biri Metin Somuncu, biri Hayrettin Uysal. Ne olacak bu partimizin hali, kapatılan partimizin hali diye sorular hep bize geliyor, biz de ne yapacağımızı bilemiyorduk. Çünkü bize de yasak konulmuştu; on yıl siyasetle uğraşmamız yasaktı. Aynı zamanda da siyasi faaliyet yasaktı. Biraz böyle gizli kapaklı yeni bir partinin kurulması için gayret sarf ediyorduk. Kim olacak, yeniden bir parti kurulacak, bizim parti kapandı, yerine yenisi olacak, sosyal demokrat olacak, kimler olacak bu kadroda, en başta tabii genel başkan kim olacak? Erdal İnönü’nün ismi böyle bir sihir gibi o sırada herkesin üzerinde birdenbire ittifak ettiği yeni bir umut ışığı gibi ortaya çıktı, tabii hepimiz tarafından benimsendi. Fakat kendisine bu nasıl anlatılacak ve ikna edilecekti?
Doğrudan doğruya bunu heyet halinde yapamıyoruz tabii; siyaset yasaklarımız var kimimizin benimki gibi on yıllık, kimizin beş yıllık. Ancak siyaset yasağı olmayanlar devreye girdi; Mustafa Üstündağ bu işi takip ediyordu. Gazetelere arada haberler yansıyor, bizim kulağımıza geliyor, ne oluyor ne bitiyor. Bir de Sevinç Hanım'ın muhalefet ettiği görüşüldü. Bu muhalefet acaba nasıl, çok mu şiddetli, nasıl kalkar; aramızda bunları konuşuyoruz.
Epey sürdü, Erdal Bey Ankara’ya geldi, gitti, bir ara kabul eder gibi oldu, sonra tereddütler. Bir gün nihayet, Mustafa Üstündağ, sanıyorum Sırrı Atalay ve diğer arkadaşlar vasıtasıyla o temasların içindeydi ve yakınındaydı. Bir gün bizi çağırdı, beni, Erol’u ve diğer iki arkadaşı, "Sizi akşam yemeğe davet ediyorum," dedi, Kızılay’da bir yere, hiç unutmam, küçük bir lokanta. İçeri girdik. Dedi ki, "Müjdeler olsun, bu iş halloldu!" Büyük bir yük üzerimizden kalktı. Ne oldu, Erdal Bey kabul etti. Bunun üzerine bir kadeh sayın Erdal Bey için kaldırdık, sonra da kendimiz için. Bu anı, tabii, Erdal Bey'le benim anılarım arasında çok önemli bir yer tutar.
Onu hep sonradan tespit ettik, bunu büyük bir görev anlayışı içinde, bir fedakârlık olarak yapmıştı, başka türlü yapılacak iş değil. Bilim adamlığı gibi kendisini çok memnun eden, tatmin eden bir uğraşı kenara bırakıp, siyasetin içine doğrudan doğruya girmek, hele o şartlar altında -askeri müdahalenin yasakları ve koşulları devam ediyor- kabul etmek çok önemli bir görev anlayışının sonucuydu. Onun için kendisine hep o zamandan beri teşekkür borçluyuz. Aynı zamanda tabii ki Sevinç Hanım’a da. Sevinç Hanım'ın muhalefeti, şöyleydi böyleydi derken, sanıyorum kısa zamanda o işe intibak etti, daha sonraki dönem içinde onu da böyle toplantılarda görür olduk tişörtleriyle ve parti adına propaganda yaparken.
Erdal İnönü’nün o şartlar altında politikaya girmesi gerçekten çok büyük bir özveriydi ve çok iyi bir şey oldu. O şartların içinden demokrasinin, sadece sosyal demokrasinin değil demokrasinin de kurtulmasına katkı yapmakla kalmadı, aynı zamanda demokratik hayatımıza birçok yenilik getirdi.
Bir kere doğallık getirdi. İnsanların olduğu gibi olmasının, siyasette de olduğu gibi görünmesinin güzelliğini getirdi. O zamana kadar pek alışmamıştık. Konuşmaları öyle fazla yüksek sesli falan değildi. Nasıl burada konuşuyorsa öyleydi. Bu bir yenilik oldu. Başlangıçta yadırgandı. "Efendim, hitabet!.." Acaba iyi adamdı, hoş adamdı, değerli adamdı fakat hitabet açısından değil miydi... Çünkü hitabet deyince anlaşılan şey, olabildiğince bütün gücüyle bağırmak üzerine kurulmuş bir hitabet anlayışı vardı. Ama bir süre sonra bu tabii benimsendi.
Aynı zamanda Erdal İnönü siyasetimize demokratikliği getirdi. Demokratikliği derken, herkes demokrasiden bahsediyor, demokrasinin çok önemli, faydalı bir şey olduğunu söylüyor. Fakat demokratik olmayı başarabilen, bunu içine sindirebilen, kendi huyları gibi benimsemiş olan kimseler çok az. Erdal Bey o kişilerdendi. Bugün vardığımız nokta, anayasa bazı yasa değişikliklerinden sonra varmış olduğumuz nokta, onun o zaman varmış olduğu ve uygulamaya çalıştığı noktaydı. Şimdi, düşünmek gerekir ki bunu yüzde 10’luk barajın altında parlamentoya giremeyecek durumda olan bir topluluğun insanlarına kapısını açarak da göstermiştir. HEP ile birlikte Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin seçime girmesini söylüyorum. Yadırgandı, öbür tarafın çeşitli hataları sonucunda belki o zamanki sonuçları iyi olmadı. Ama Türkiye’de parlamento içinde her fikrin savunabilmesi gerektiğini ortaya koyan bir başlangıç oldu. Çok yerinde bir adım oldu. Bunun gibi asıl demokratik olma denince, demokrat olma denilince dışarıya karşı demokrasi nutku attıktan sonra kendi evinin içinde demokrasinin zerresini bırakmama anlayışı vardı ki, o bu anlayışın tam tersine bir anlayışı Sosyal Demokratik Halkçı Parti içine getirdi. Bu özellikleriyle Erdal İnönü’nün katkıları unutulmaz. Sadece sosyal demokrasiye değil, demokrasiye. Şimdi varılan noktalar, daha önce de belirttim, o zaman onun vurgulamaya çalıştığı şeylerdi.
Sonra, tabii sosyal demokrasiye yeni bir şeyler getirdi. Bunlardan biri; durup dururken, hiçbir gereği yokken istifa etmesiydi. Ki bu aslında bize bir haksızlık oldu. Belki güzel bir örnekti. O örnek de pek alışılmamıştı. Örneği, benzeri pek yoktu, mecbur olmadan, o örnekler vardı, mesela İsmet paşa istifa etmiştir, fakat şöyle olursa istifa ederim, böyle olursa istifa ederim demiştir. Erdal Bey'inki doğrudan doğruya bir şey göstererek, artık ben yapmamalıyım, başkaları gelsin anlamındaki gerekçelerle bunu yapmıştır. Ama bu tabii biraz haksızlık oldu, en azından erken oldu, biraz zamansız oldu. O da eleştiri babında söylenmesi gereken bir şey.
Değerli dostlarım, bu ayrılıştan sonra bir şey daha var. O da önemli bir örnekti. Erdal Bey Başbakan Yardımcılığı yapmıştı, bir partinin genel başkanıydı. Ama daha sonraki hükümette, kendisine Dışişleri Bakanlığı teklif edildiği zaman o görevi de kabul etti. Bizde genellikle attan inip de daha alttakine binilmez diye söylenir. Halbuki politikada altı üstü yoktur, bir görev anlayışını o şekilde belirtti.
Sonra, politikadan aktif politikadan ayrılmakla birlikte CHP’nin benim görev yaptığım sıradaki danışma kurulunda kendisinden fevkalade istifade etmemize vesile oldu. Onun için ben şahsen çok müteşekkirim. O danışma kurulu ayda bir kere toplanıyordu ve her toplantımızın sonunda ben orada yeni bir şeyler öğrenmiş, yeni bir düşünce tartışması ortamı bulmuş gibi hissediyordum. Daha sonra da Erdal Bey, anılarını yazmaya başladı. Devam ediyor, üç cildini bitirdi, şimdi dördüncüyü yazdığını öğrendim. Onlar da aslında sadece Türkiye’nin yakın siyasi tarihine büyük katkı yapmakla kalmıyor, bence aynı zamanda Türk edebiyatına da büyük katkı yapan eserlerdir. Bu açıdan da kendisini tebrik ederim.
Bu panel armağanını ihdas etmek suretiyle çok isabetli bir iş yapmış olan TÜSES’e de teşekkürlerimi, tebriklerimi sunmak isterim. Sayın Erdal İnönü’ye, sayın eşi Sevinç İnönü’ye esenlikler dilerim.
Bana yeni bir onur daha teveccüh etti, bu TÜSES’in bir şükran plaketi. Bunu kendisine vermekten fevkalade mutluyum.
Erdal İnönü:
Çok teşekkür ederim.
Değerli dostlar, değerli konuklar, hepinize ben de saygılarımı sunuyorum, sevgiyle hepinizi selamlıyorum.
Her şeyden önce TÜSES Vakfı'na, Yönetim Kurulu'na ve sayın başkanı Mehmet Ural’a bu güzel jestleri, bu güzel hareketleri için -güzelliği tabii ben söylüyorum-n candan teşekkür etmek istiyorum. Beni çok onurlandırdılar. Böyle bir fırsat bularak beni kürsüye çıkardılar, beni öne çıkardılar.
Sosyal demokrasiye yaptığım katkılardan bahsettiler. Özellikle bu beni çok mutlu kıldı. Çünkü, kolay kolay bunu duymuyorum artık. Genel başkanken çok duyuyordum, ayrıldıktan sonra pek nadir duyar oldum, o bakımdan şimdi durup dururken böyle bir toplantı yaparak sosyal demokrasiye katkılarımdan söz edilmesi benim için güzel bir sürpriz oldu. Çok teşekkür ederim kendilerine.
Ayrıca Firedrich Ebert Vakfı'na da teşekkür ederim, katkılarını her zaman olduğu gibi sürdürdüler.
Teşekkür konusunda bir iki şey söyleyeyim, izin verirseniz. Hazırlıklı değilim ama dinlerken aklıma gelenleri söyleyeceğim.
Önce TÜSES hakkında bir iki şey söyleyeceğim, çünkü bu TÜSES’in bir toplantısı. Çok memnun kalıyorum ki her yıl başkaları üzerinde böyle toplantılar yapacak TÜSES, başka toplantılar da yapacak tabii. TÜSES, kuruluşundan beri ilgiyle izlediğimiz bir varlık, bence çok yararlı bir varlık oldu. Her zaman görünmeyebilir bu yararları. Ama Türkiye’de önemli bir boşluğu doldurdu, devam ediyor bu boşluğu doldurmaya. Hem Türkiye’de hem dünyada yararlı hizmetleri oldu; dünyadaki sosyal demokrat vakıflarla ilişkiler açısından söylüyorum. Tabii Türkiye’de sosyal demokrasi anlayışının gelişmesinde önemli hizmetleri oldu. Pek çok yayınları oldu, pek çok toplantıları oldu, pek çok yol gösterici hareketleri oldu. Onlar her zaman takdir edilmiyor, o ayrı mesele. Daha da edilecek bundan sonra. Ama öncü bir kuruluş olarak sosyal demokrasiye çok hizmet etti, bundan sonra da artarak edeceğine inanıyorum. O bakımdan TÜSES’in geçmiş, şimdiki ve gelecek yöneticilerine başarılar diliyorum. Önümüzdeki yıllarda, ayrıca değer veriyorum onların çalışmalarına. Çünkü, öncülük vasfı bitmedi, Türkiye’de öncü olacak sosyal demokrasi alanında pek çok yer var ve kendilerini hiç mütevazı görmeden, mutevazılığı bırakarak bu öncü alanları geliştirmelerini diliyorum. Hatta geçenlerde sayın Ural’ın bir toplantısından sonra aklıma gelen bir şeyi ona söylemiştim. Henüz daha uygulamamış bakıyorum. Dedim ki, bir öncülük yapın, her toplantıda şart koşun, ne kadar erkek dinleyici varsa o kadar kadın dinleyici olsun. Tabii bulamayabilirsiniz, ama bu şartı koşarsanız, o zaman bulursunuz. Ve başlangıçta zorlayın, o sayı eşit değilse almayın öteki erkekleri. Bir hanım bulun öyle gelin deyin, bu şekilde zorla yarı yarıya olmasını sağlayın. Bu bir öncülük olur ve arkadan başkaları da gelir. Bunu yapacak güçtesiniz ve yetenektesiniz. Bir arkadaşım biraz yüzünü astı ama zarar yok, üzülme, bu senin aleyhine bir şey değil. Neyse bunun gibi tabii başka alanlar var. Bu bir örnek aklıma geldi.
Dünya çok değişik doğrultulara gidiyor, önümüzdeki yıllarda çok bilinmedik gelişmeler olacak. Bunların hepsi insanları ilgilendiriyor, toplumu ilgilendiriyor. İnsanlar arasındaki geleneksel dayanışma, eşitlik, gelir dağılımının düzelmesi, bozulmaması bu gibi ilkeleri ilgilendiriyor. Hepsinde sosyal demokrasinin yeri var ve hepsinde TÜSES’in öncülük edecek bir tarafı olmalı.
Neyse bunları söyledikten sonra, şimdi sayın Altan Öymen’e candan teşekkür ediyorum. Benim geçmişimi, bugünümü çok iyi özetledi. İltifat ederek özetledi. Ayrıca başlangıçtaki durumu da bir kere daha kendinden duydum. Onlar bilmediğim şeyler. Durup dururken olmuyor, benim başıma gelen olaylar. O zaman da durup dururken bir gün birisi gelip bana hiç aklıma gelmeyen bir şekilde, senden yeni bir parti kurmanı istiyoruz demişti. Ben de çok şaşmıştım, nereden çıktı bu diye. Ama işte onların evvaliyatını anlattı, son durumu da söyledi. Ben şunu da söyleyeyim. Eşimin büyük muhalefeti vardı, çok üzüldü, kahramanca uğraştı beni durdurmak için, sonra da bana yardım etmek için. Her ikisi de kahramancaydı. Sonunda, benden daha çok bu işe sarıldı. Kendi çıkarı için değil, fakat bir mücadele alanı olduğunu fark etti. O mücadelede geri kalmamak için, öne çıkmak için benden hem daha gayretli hem daha ileriyi gören fikirler söylüyordu. Bendeki bazı saflıklar onda yoktu. Yoktu diyorum, tabii hâlâ yok. Ben durumu anlatıyorum.
Öte yandan ben girdikten sonra büyük zevkle çalıştım bu alanda. Bir görev olarak girdim, doğru, onu arkadaşlara da söyledim. Ama sonra görevi unuttum. Zevkle bu işi yaptım. Gerçekten başka türlü kazanamayacağım pek çok deneyim kazandım, pek çok dostluk kazandım. Türkiye’nin her bir tarafındaki sade vatandaşlarımızın canlılığına, iyi niyetine hayran oldum. Nereye gitsem beni büyük sevgiyle karşılıyorlardı, kadın erkek. Belki başka ülkeler de öyledir, ama pek sanmıyorum. Çünkü, konuştuğum mesela Danimarkalı bir sosyal demokrat bakan -Türkiye’ye gelmişti-, beraber dolaşıyorduk, Ankara’da falan, o şaştı, vatandaşların bana gösterdiği sevgiye. Bu nasıl şey dedi. Sizde böyle değil mi dedim, yok dedi. Bence Türkiye’ye mahsus bir şey bu, Türkiye’nin tarım toplumu olmasından gelen bir yakınlığı var insanların. Bir lider arayışı, candan destekleyecek bir insan arayışı, neyse, sosyal açıklamasını bırakayım. Çok zevkle bu olayı gözledim.
Sonra da arada bir iyi işler de yaptığımız oldu. Onların da zevkini tatma fırsatı buldum. İşte muhalefette yıllarca uğraştık. Muhalefetin ne kadar zevkli bir şey olduğunu gördük. O bakımdan muhalefetten ayrılmak istemeyen siyasetçilere hiç şaşmıyorum. Siyasetin en güzel tarafı o, aklınıza geleni söylüyorsunuz. Herkes sizi alkışlıyor, hiçbir sorumluluğunuz yok, her yere gidiyorsunuz gayet rahat. Ama neyse, bir gün koalisyona veya iktidara gelmek gerekiyor. O zaman da çok başarılı işler yaptığımıza inanıyorum. Benim bulunduğum koalisyon, inanıyorum ki -Türkiye’de daha evvelde koalisyonlar vardı, başkalarının söylediği gibi ben ilk koalisyon demeyeceğim- gene de çok önemli işler yapan bir koalisyon oldu, çok yararlı oldu. Hem o günkü demokratik havayı destekledi hem de bayağı hizmet yaptı. Pek çok bakanlıklarda önemli işler yaptı arkadaşlarım. Ben onları izlemekle gurur duydum, kıvanç duydum.
Daha girerken yaptığımız hizmet ayrı. Onu Altan Öymen söyledi. Türkiye’de demokrasinin yeniden onurlu, sorumlu ve inanılır bir sistem olarak yerleşmesinde önce Sosyal Demokrasi Partisi , sonra Sosyal Demokrat Halkçı Parti çok önemli bir görev yaptı. Ona inanıyorum. O bakımdan ilk kurucular özellikle her zaman saygıyla andığım insanlar. Büyük konuşmada onları Kral Artür’ün şövalyelerine benzetmiştim ben. Ama onlar pek memnun kalmadılar, belki tuhaf bir teşbihti, ama bence gerçek bir teşbihti. Onlar gibi kendilerini düşünmeden, sadece toplumun çıkarı için ortaya çıkan insanlardı hepsi. O bakımdan her zaman saygıyla hatırlanması gereken insanlardır. Sonra daha ileri, Meclis'te koalisyondaki çalışmalar hepsi bence çok yararlı hizmetler oldu. Ben de onları zevkle izledim.
Sonra ayrılırken de artık görevimin bittiğine inanarak ayrıldım. Çünkü, zaten o zamanki arkadaşlarıma söylemiştim -arkadaşlarım diyorum, tabii onlar babamın arkadaşlarıydı aslında-; beni ilk toplantıya çağırdılar, kapatılan meclisin başkanı, senatonun başkanı, partinin başkanı, genel sekreteri, çeşitli bakanlıklar yapmış insanlar, hepsini biliyorum, babamın sofrasına gelmiş olan insanlar. Benimle konuştular, ben dayanamadım, "Beni babamla karıştırıyor olmayasınız," dedim. Yok yok dediler, biz biliyoruz durumu. Peki dedim, ben söylemiş olayım bir defa. İşte o arkadaşlarımın yardımları sayesinde o zaman çok önemli bir iş yaptığımıza inanıyorum. O bakımdan hiç pişman değilim. Ama ben girerken de söylemiştim ki bu benim için bir görevdir. Demokrasinin tekrar yerleşmesi için elimden geleni yapacağım, ama ondan sonra da ayrılacağım. Hatta o zaman, altı ay yeter, bir sene yeter gibi şeyler söyleniyordu. Altı ay yetmedi ama 12 sene yetti. Ondan sonra iyi niyetle ben ayrılıyorum diyerek ayrıldım. Tabii bunu da bir türlü kimseye anlatamadım. Niçin ayrıldığımı bir türlü anlatamadım. Şuna mı kızdın, buna mı kızdın veya bazen üniversitelerde, kulüplerde konuşma yaptığım zaman gençlerden şöyle bir soruyla karşılaşıyorum. Niye ayrıldınız siyasetten diyorlar, anlatıyorum, bakıyorum hiç inanmıyor benim söylediklerime. Diyorum ki siyaset de bir uğraştır, çok onurlu bir uğraştır. Ama başka uğraşlar da var dünyada, dolayısıyla bunun da bir hedefi olmalı. Benim bütün ömrümde siyasette kalacağım diye bir hedefim olmaz. Bir şey yapmak için uğraşacağım. Onu yaptıktan sonra bırakacağım.
Tabii hedefler bitmiyor siyasette. Yaşamın parçası siyaset. Her zaman yeni olaylar var. Her zaman yeni sorunlar var. Eğer, hepsini ben çözeceğim derseniz çıkamazsınız işin içinden. Ama, siz bir hedef kendinize belirlemişseniz, o hedefe vardıktan sonra ayrılabilirsiniz. Bundan sonraki hedefleri başkaları yapsın dersiniz. Ben böyle anlatıyorum, nihayet bir çocuk dayanamadı. Yani siyasette başarılı olmadınız onun için ayrıldınız değil mi, dedi. Dedim anlatamamışım sana niye ayrıldığımı. Ama öyle bir kanı var. Dediğim gibi, siyaset en büyük uğraştır diye bir kanı var, öyleyse oraya giren, başarılı olursa kalır, bir daha çıkmaz oradan. Çıkmışsa başarılı olmamış demektir. Ben buna katılmıyorum. Belki geçmişteki eğitimimden, bilimle uğraşmamdan, felsefe ile ilgilenmemden, dünyada başka uğraşlar var diye düşünmemden, herkes bunu düşünmeyebilir ama ben kendi fikrimin doğru olduğuna inanıyorum ve şimdi de büyük zevkle önce yazar oldum, bir ölçüde. Şimdi bilim tarihiyle ilgileniyorum üniversitede ders veriyorum. Onu da zevkle yapıyorum. Sonra da tabii nispeten uzun yaşamamın bazı faydaları var. Durup dururken insanlar böyle armağanlar veriyorlar, ödüller veriyorlar, tekrar bir araya gelme fırsatları oluyor. Umarım bunlar devam eder, yalnız benim için değil, başka karşımda gördüğüm değerli devlet insanları, siyasetçiler için de aynı şeyler yaşanır.
Daha fazla sizin vaktinizi almayayım, tekrar hepinize teşekkür ediyorum. Karşımda gördüğüm bütün arkadaşlarıma, içinde bulundukları kuruluşlarda yaptıkları uğraşlarda başarılar diliyorum.
TÜSES’e de sonsuz başarılar ve sürekli atılımlar diliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.