Başlama / BitişTarihi:
04.01.2009 / 04.01.2009
Yer:
Bahçeşehir Üniversitesi
PROGRAM
14.00 - 14.30 Açış Konuşmaları ve Armağan Sunumu
"Sosyal Demokrat Yerel Yönetimlerin Yaratabileceği Farklılıklar"
14.30 - 15.30 I. Panel
Moderatör: Prof. Dr. Sema Erder
Konuşmacılar: Prof. Dr. İlhan Tekeli, Prof. Dr. Fuat Keyman
16.00 - 18.00 II. Panel
Moderatör: Prof. Dr. Korel Göymen
Konuşmacılar: Aziz Kocaoğlu (İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı), Yılmaz Büyükerşen (Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı)
Mehmet Ural:
TÜSES Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizim için anlamı büyük olan bugünkü toplantımıza katıldığınız için sizlere teşekkürlerimizi sunuyorum ve hoş geldiniz diyorum. Hoş geldiniz, bize onur verdiniz.
Görüyorum ki yalnız İstanbul’dan, Ankara’dan değil ama Türkiye’nin değişik bölgelerinden katılmış olan dostlarımız var bugünkü toplantıya, onlara da ayrıca hoş geldiniz diyorum.
Tabii bugünkü toplantı için teşekkür etmemiz gereken isimler var: Bunların başında çok yoğun programına rağmen davetimizi kabul ederek bugünkü toplantıya katılma nezaketini gösteren İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP adayı sayın Aziz Kocaoğlu’na teşekkür ediyorum, hoş geldiniz diyorum. Henüz aramızda değil çünkü bugün sabahleyin başka bir konferansta konuşmacıydı. Yine Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı ve DSP adayı sayın Yılmaz Büyükerşen’e de tekrar teşekkür ediyorum, ona da hoş geldiniz diyorum. Teşekkürler konusunda herhalde İlhan Tekeli hocayı atlamamam gerekir. Kendisi Ankara’dan bugünkü toplantımız için aramıza katıldı, her toplantımızı desteklediği için kendisine teşekkür ediyorum. Tabii bu değerli konuşmacılar yanında bugün yine bu toplantıda moderatör ve konuşmacı olarak hazır bulunan diğer dostlarımıza da teşekkür ediyorum. Birkaç teşekkür daha var sıralamam gereken: Bunların başında salonunu açan ve her türlü desteği bize içtenlikle sağlayan Bahçeşehir Üniversitesi’ne teşekkür etmek isterim. Yine TÜSES’in birçok toplantısında bize bir partner olarak yardım eden Alman Sosyal Demokrat Friedrich Ebert Vakfı’na da teşekkürlerimizi sunarım. Nihayet bu toplantıda sahne düzeni ve diğer görsel malzemelerin üretilmesinde büyük katkısı ve emeği olan Yorum Ajans’a ve onun değerli başkanı Osman Uslu ve çalışma arkadaşlarına da teşekkürü bir borç bilirim doğrusu.
Sevgili konuklar, değerli dostlar,
Bugün bizim için anlamlı bir gün demiştim. Aynı zamanda anlamlı bir yıl da: TÜSES 20. yılını kutluyor 2009’da. Tabii 20 yıl herhangi bir kuruluş, özellikle bir düşünce kuruluşu için çok önemli bir zaman. TÜSES’in bu 20 yılı gurur dolu çalışmalarla geçirdiğini düşünürsek ayrıca heyecan ve onur duyuyoruz. TÜSES 1989 yılında Erdal İnönü’nün girişimiyle hayat buldu, yani bizim zihinsel önderimiz Erdal İnönü’dür. Kendisini kaybettik ama biz TÜSES olarak bundan sonra da onun ışıklı izinden giderek çalışmalarımıza devam edeceğiz. Tabii bu 20 yıl içinde büyük bir krediyi Korel Göymen’e vermek gerekir. Korel Göymen TÜSES’in ilk kurucu başkanıdır. O ve kurucu üye 44 arkadaşı yoğun bir çalışmayla TÜSES’i hayata geçirdi. İlk yıllarını çok başarıyla geçirmesini, çok sağlam bir temel atmasını sağladı, daha sonra gelen başkanlar ve yönetim kurulu üyelerine de daha iyi bir çalışma ortamı bıraktı. Daha sonraki başkanlara da teşekkür etmek isterim: İkinci başkanımız Taner Berksoy ve üçüncü başkanımız –şimdi aramızda o da– Burhan Şenatalar’a çok teşekkür ederiz. Bu başkanlarımız ve onlarla beraber çalışan yönetim kurulu üyelerine bu 20 yıl için şükranlarımızı sunuyorum.
Bu 20 yıl içinde tabii birçok çalışmamız oldu gurur duyduğumuz ama anlamlı bir tanesi bugün burada olmamıza neden olan “Armağan toplantıları”mız. 2005 yılında TÜSES Yönetim Kurulu olarak her yıl bir kişi veya kuruluşa sosyal demokrat düşünce ve uygulamalara yapmış olduğu katkılardan dolayı bir armağan toplantısı düzenlemeye karar vermiştik. İlk armağan toplantımızı 2005 yılında Erdal İnönü adına yaptık, ikinci toplantımızı –birçok dostumuz hatırlar zaten– Nejat Erder adına armağan toplantısı düzenlemiştik. Üçüncü toplantımızı bugün birazdan konuşmacı olarak da dinleyeceğimiz İlhan Tekeli hoca üçüncü armağan toplantımızın ismiydi ve nihayet burada bugün dördüncü armağan toplantımızı çok değerli üyemiz, her zaman çalışmalarıyla bize destek olan sayın Yiğit Gülöksüz’e armağan ediyoruz. Hoş geldiniz Yiğit Bey, onur verdiniz bize. Ben şimdi toplantıyı açış konuşması için İlhan Tekeli hocayı sahneye davet ediyorum, buyrun hocam.
İlhan Tekeli:
Merhaba. Bugün TÜSES çok yerinde bir iş yaparak Yiğit Gülöksüz’e bir saygı toplantısı düzenledi; benden de Yiğit hakkında konuşmamı istediler. Ben Yiğit’i ilk kez 1963 yılında tanıdım ve 45 yılı geçen bir sürede hep birlikte olduk, yani öyle uzaktan değil de hep yan yana, aynı işler içinde olduk. Onun için ben Yiğit hakkında saatlerce konuşabilirim ve genellikle bu tür toplantılarda hoş anekdotlar anlatılır, onlar da çok sayıda var ama burada böyle 10-15 dakika içinde bunları anlatmak o kadar kolay değil. Onun için ev ödevimi çalıştım, Yiğit’ten önce CV’sini istedim tarihlerde yanlış yapmayayım diye. Bu CV’ye bakınca şöyle bir şey görüyorsunuz: Yiğit’in tüm kamuoyunda tanınmasının bir tepe noktası var, bu tepe noktası TOKİ’de olduğu dönem, II. Habitat İstanbul Toplantısı’nı örgütlediği dönem. Bakıyorsunuz o yıllarda Yiğit’e verilen çok sayıda ödül var; Birleşmiş Milletler ödülleri var, yılın bürokratı ödülü var çeşitli grupların verdiği… ama bunlara baktığınız zaman Yiğit’in o yıllarda, yani 1992-97 arası Türk bürokrasisi için bir rol modeli haline geldiğini görüyoruz. Ben önce bugün size Yiğit’i tanıtırken önce bize nasıl bir rol modeli oldu, o rol modeli olmasının arkasındaki temel vurgu noktaları nelerdir onları söyleyeceğim, ondan sonra da yaşamöyküsünü. Bu yaşamöyküsünde rol modeli olan bir bürokrat olarak bir kapasite görüyoruz. O kapasitenin yaşamı içinde aşama aşama nasıl inşa edildiğini göstermeye çalışacağım. Böyle bir şeyin daha disiplinli bir sunuş olacağını düşündüğüm için böyle bir yol izlemeye çalışacağım.
Galiba Yiğit’in rol modeli olmasının en önemli sebebi alışılmış bir bürokrat gibi değil, alışılmış olmaması. Birçok bakımdan alışılmış değil, risk alabiliyor, her aldığı işi o zamana kadar bürokrasinin uyguladığından farklı bir uygulamayla yapıyor ve bu uygulamayı yaparken de meslek ve bilim çevrelerinin o sıradaki birikimlerinin en uç noktasında bulunarak bunu yapıyor. Bu ne demek? Bu bence bir iddia kapasitesine sahip olmak. Ben bugünlerde başka vesilelerle de düşündüğüm zaman bu niteliğin çok önemli olduğunu fark ediyorum. Bir kişinin bir neslin iddia taşıma kapasitesi olması, yani akıntıyla sürüklenmemek, kendisi bir şey yapabilmek enerjisi, düşüncesine sahip olabilmek. Ben cumhuriyetin ilk nesillerinde bunun çok olduğunu görüyorum kamu alanında. Tabii bir anlamda bugün bu yok demek istemiyorum, bu bugün de var ama belki bugün daha çok özel kesim alanında bir iddia taşıma kapasitesi görüyoruz. Kısa sürede sonuç alıyor, şeffaf ve hesap veriyor ve dürüstlüğünden kimse kuşku duymuyor. Böyle bir bürokrat modeli. Bir nitelik daha var onu unutmamalıyız, sosyal demokrat çevrelerin temelde eleştiri konusu olan iş yapamamak, iş bitirememek meselesinde çok başarılı. İşi yapıyor, bitiriyor ve herkese de bunu gösteriyor. Böyle bir kapasite nasıl inşa edildi? Bence bu kapasitenin inşasında bazı dönüm noktaları var, tabii bunun ayrıntılarını anlatamam, önce galiba Yiğit’in ailesinden başlamak gerekiyor.
Yiğit’in ailesi: Ben babasını, annesini tanıdım; Tahsin Bey ve Şefika Hanım cumhuriyetin ilk kuşak öğretmenlerinden. Bir öğretmen ailesinin çocuğu olarak ve cumhuriyetin o ilk döneminin değerleriyle yetişen biri. Bence bu ailenin, bu çıkış noktasının hayatı boyunca çok etkili olduğunu düşünüyorum, hatta ben son dönemlerinde babasının Yiğit’i biraz yavaş davranmakla suçladığını da hatırlıyorum; “Daha böyle bir şey yap!” diye sıkıştırıyor.
İkinci dönüm noktası İstanbul Teknik Üniversitesi’nde olduğu dönem Mimarlık eğitimini 1955-61 arasında yaptı. İTÜ o zaman önemli bir yer. Zaten başka mühendislik okulu yok, tek okul ve sınavla giriliyor ve sınavla girilen bu okul Türkiye’nin en iyi öğrencilerini alıyor. Ama o sınav bugünkü sınav gibi değil, çoktan seçmeli sınav değil, problemler çözülüyor, o binlerce sınav kâğıdını asistanlar okuyor, ama tabii o binlerce dediğim 6-7 bin, okunabilir bir miktar. Çünkü herkes oraya girmeye cesaret edemiyor, yine o 6-7 binden de yüzde 10’u seçilerek giriyor. Böyle seçkin bir şey. Benim hatırladığım kadarıyla o sıradaki Mimarlık Fakültesi eğitimi daha çok geleneksel mimar rolleri için insan yetiştiriyor; iyi tasarımcı filan. Yanlış hatırlamıyorsam Yiğit’in mezuniyet tezi bunun dışında bir noktada: O zamana kadar yapılmayan bir işi yapmaya çalışıyor; gecekondu meseleleri var, ucuz konut meseleleri var ve o, bu sosyal yönü olan problem üstüne tez yapıyor.
Daha sonra bence Yiğit’in formasyonunda çok önemli rol oynamış bir dönem var. O dönem İmar İskan Bakanlığı Bölge Planlama Dairesi’nde çalıştığı bir dönem. Burası ilginç bir yer, 1958’lerde kurulmuş. Devlet Planlama Teşkilatı öncesinde kurulmuş bir yer ve o yerde planlama iddiası Türkiye’de taşınılıyor, yerel ve kent planlamasına bir mimarlık disiplini değil bir sosyal planlama disiplini olarak bakan bir planlama yaklaşımının olduğu bir yer. Burada bir yaşlı kuşak var: Tuğrul Akçora’lar, Aydın Germen’ler, Esat Durak’lar gibi. Yiğit de onların aldığı genç kuşak. İlk olarak Zonguldak planında çalışıyor ve M.I.T.ye bir yıl okumaya gönderiliyor.
Orada sosyal bilim meselesiyle planlamanın ilişkisini bir başka ölçekte kavradığı bir dönem var ama bence planlama konusundakinden daha önemli olan bence Yiğit’in bu dönemde sola açılımı. Bu yıllar, yani 64’ler, 65’ler, Türkiye’de siyasetin sola açıldığı, TİP’in kurulduğu, Yön dergisinin çıktığı dönem ve bu daire içinde de –ben de o dairede bulundum–, Sudi İyikorur diye bizden yaşlı ve çok hoş biri vardı. Bir anlamda bizim solla etkileşmemiz, o eski kuşak solculardan, o kanalla gerçekleşti. Daha önemlisi, o günlerde her Cuma akşamı Mübeccel Türay’ın evinde toplantılar yapılırdı. Bu toplantılar sırasında günlük sorunlar konuşulur, sanat konuşulur, siyaset konuşulur, her şey konuşulur. Biz ona “rahle-i tedris” derdik. Böyle bir yerden geçtik
Tabii bu dönemde bence Yiğit’in hayatını en olumlu olarak etkileyen bir başka olgu var: Yiğit bu dönemde evlendi Güven’le. Tabii burada bulunanların çoğu Güven’i tanırlar. Bu mükemmel bir evlilik. Yiğit’le Güven çok iyi bir aile yürüttüler; ikisi de birbirine destek olarak. Bir anlamda Yiğit’in oluşan kapasitesinde bunun etkisini görüyoruz.
Bu arada Yiğit DPT’ye geçiyor, bunların ayrıntılarına girmiyorum ama buralarda söylenebilecek çok şey var. Mesela ikinci planın içinde bir kentleşme bölümü vardı, planın diğer kesimiyle tutarsızdı kentleşme bölümü. O biraz korsan bildiri gibidir ikinci plan içinde ama kentin ilerici potansiyeli üstüne dayanan bir metindi, o metnin oluşması biraz ben ve Yiğit’in komplosu gibi. Sanıyorum bunu planlama toplantısında konuşulurken Süleyman Demirel de destekliyor. Daha sonra Süleyman Bey’in Yiğit’e desteğinde belki o noktadan başlayan bir ilişkiyi de görmek mümkün. Çok uzuyor kusura bakmayın toparlamaya çalışacağım.
Sonra Yiğit bir başka şey yapıyor, bence bu da kendi kapasitesinin inşasındaki bilinçli tutumunu göstermesi bakımından önemli. DPT’deki işini filan bırakıp Amerika’ya gidiyor, bürolarda çalışıyor, Güven de Yiğit de şehircilik diploması alıyorlar, sonra Türkiye’ye dönüyorlar. Bakın aşama aşama inşa edilmiş bir kapasite var.
Buraya döndüklerinde 1970’lerin başı, 1974 de CHP’nin, Bülent Ecevit’in iktidar olduğu dönem. O ilk dönemde Yiğit daha çok İmar İskan Bakanlığı’na danışmanlık grubu içinde yer aldı ama CHP’nin ikinci iktidar olduğu dönemde Köy İşleri Bakanlığı müsteşarı oldu. Bence Yiğit’in TOKİ’deki başarılarının ilk örneklerini orada görüyoruz. Bu demin saydığım özelliklerin hepsi de oradaki uygulamalarda görülüyor. Birkaç örnek vereyim: KUP (Köye Ulaşım Projesi) diye bir proje vardı belki hatırlarsınız. Bu çok büyük, Köy İşleri Bakanlığı’nın illere parçalanmış makine parkını bırakıp, bütün hepsini bir araya getirerek büyük bir yol inşası projesiydi. Köylere ulaşma bakımından büyük bir işletim becerisiydi ve o, risk alarak gerçekleştirdi. O sırada birçok proje yapıldı, köyde taş toplama projesi, Bafa Gölü’nün devletleştirilip işletilmesi… Yiğit bir anlamda bürokratik –ve tabii daha önemlisi– gençlerden oluşan bir planlama ekibi kurdu ve o planlama ekibiyle bu atılımı yaptı.
Biraz daha geçelim, 1980 sonrasında biliyorsunuz SODEP’in kuruluş öyküsü var. Bu kuruluş öyküsünde Yiğit çok aktif olarak yer aldı. Rahmetli Necdet Uğur Oran’da oturuyordu. Yiğit’in, benim evim filan hep o civarda. Faaliyet o civarda dönüyordu bu işin kurulması konusunda. Programın yazılmasında aktif rol aldı. Kurucu olarak, çok kararlı bir şekilde baştan gireceğini ilan ederek vaziyet aldı. Kurucu kadroların gençleştirilmesinde… Oran’da bir toplantı yapıldı, çok yaşlı bir kadro oluşuyordu, gençleri katın dedi. Birçok rol aldı ve tabii kuruculardan biri oldu ama veto edildi.
1990’larda Türkiye’deki sivil toplum hareketi içinde yer aldı. Tarih Vakfı’nın kuruluşunda yer aldı. TÜSES’in kuruluşunda yer aldı. Bir anlamda 1990 sonrasında Türkiye’nin sivil toplum hareketinin sıçrayışı içinde Yiğit’in önemli roller aldığını görüyoruz. Erdal Bey’in anılarını okursanız SODEV’in kuruluşunda Yiğit’in ne kadar önemli bir mutfak görevi gördüğünü görürsünüz. Bütün o yayınları tek tek tasarladı, kapağından bilmem neyine kadar. Daha önemlisi Erdal Bey’le beraber bütün Türkiye’yi birkaç kez dolaştı. Yiğit’in esas siyaset okulu o dolaşmalar oldu. Ondan sonra yapılan parti meclisi seçimlerinde en yüksek oyları aldı. Fakat burada Türk siyasetinin çifte standardı var, onu da görmemiz gerekir; Yiğit seçilebilecek bir yerden aday olmadı hiçbir zaman, siyasi sistem bunu engelledi.
Sonra TOKİ yılları var, TOKİ yılları çok önemli, hakikaten konut sektöründe büyük atılımlar yapıldı, yeni bakış açıları geliştirildi, uygulamalar yapıldı. Bunun içinde bir olay var ki onu söyleyerek kapayacağım: II. Habitat zirvesinin İstanbul’da yapılması. Bu hakikaten Yiğit’in özelliklerini çok iyi gösteriyor. Türkiye 1992 Rio zirvesinde Birleşmiş Milletler zirvesinin İstanbul’da yapılması kararını alıyor. 4-5 yıl hazırlık dönemi var, 96’ya kadar. Bu işin sorumluluğu da Bayındırlık Bakanlığında. 2 yıl Bayındırlık Bakanlığı uyuyor, hiçbir iş yapmıyor, 2 yıl sonunda da “ben bu işi yapmayacağım” diyor. Türkiye söz vermiş, toplantı yapılacak bina bile yok, o büyük grubu alacak bina yok. Yine Yiğit’i sıkıştırıyorlar bir anlamda bu sorumluluğu yüklenmesi için, Yiğit böyle bir sorumluluk yükleniyor. Bu sorumluluğu yüklendiğinde de hakikaten bu dönemde Süleyman Demirel’in de çok büyük desteği var. Birçok bakımdan o sıkışıklığa rağmen öncü performansı olan bir şey yapmaktan vazgeçmiyor. Bugün “Kongre Vadisi” denilen alanın oluşumunu tasarlıyor, böyle bir olanağı gösteriyor, bu gerçekleşiyor. Türkiye’nin bu toplantıya sunacağı rapor ilk defa 300 kadar sivil toplum kuruluşunun katılımıyla yazılıyor. Kıyamet kopuyor, yani sivil toplum kuruluşları arasında da çatışma var; devletin raporu bir sivil kadrolar tarafından hazırlanacak! Yani devletin bunu taahhüt etmesi de söz konusu. Bu gerçekleşiyor ve bu Türk kültürünün o zamana kadar bilinmeyen bir zenginlikte sunulması meselesidir. O açık havada yapılan, mehterle orkestranın birlikte olduğu bir sunuş var; bütün modern ve geleneksel şeylerin iç içe girdiği müthiş etkili bir şey. Bütün bunlar gerçekleşiyor ama gerçekleşmeden 2 hafta önceki bir anekdotla konuşmamı kapatacağım. Biliyorsunuz bu kongre sarayı eski spor salonu. İnşaat yapılıyor. Toplantıdan 15 gün önce Süleyman Demirel geziyor; inşaat bitmiş durumda değil, müteahhit de öyle çok da ekonomik durumu sağlam olan bir müteahhit değil. Yiğit müteahhidi alıyor onun ikinci katına çıkıyorlar, balkon tarafına… Aslında 15 gün önce yetişmesi lazım inşaatın ki provalar yapılabilsin. Yiğit diyor ki müteahhide, “Bu yetişmezse ikimiz buradan atlarız!” Müteahhit adamları topluyor, “Ben atlayamam ama o atlayabilir” diyor. Böyle bir şeyle yetişiyor, hakikaten büyük bir başarı oldu. Ondan sonra bir başka Birleşmiş Milletler toplantısı Roma’da yapılıyor. İtalyanlar yapıyor, bir fiyasko oluyor hep İstanbul’u örnek gösteriyorlar. Benim Yiğit hakkında anlatabileceklerim bu sınırlı zamanda bu kadar, oysa Yiğit hakkında saatlerce konuşabilirim. Tekrar sağlık uzun yaşam ve başarılar dilerim Yiğit arkadaşıma.
Mehmet Ural:
Siz TÜSES adına bu plaketi takdim edersiniz, bizim şükranlarımızı sunarsınız. Ben Yiğit Bey’i plaketini sunmak için davet etmek istiyorum.
Yiğit Gülöksüz:
Ölmeden önce bunları duymak, böyle dostlara sahip olmak herkese nasip olsun. Gerçekten Mehmet Ural’ın güzel sözleri için, İlhan arkadaşımın güzel konuşması için, benim özet olarak sunduğu, formasyonumun inşası konusunda ilk defa duyduğum ve çok yararlandığım sözleri için teşekkür ederim. İlhan Tekeli benim sadece meslek hayatımda, kariyerimde değil, ayrıca ortak uygulamaların –ben kendimi her zaman uygulamacı olarak gördüm–, yönlendirici olan çerçevelerin de kurucusu ve onun kuramcısı olan bir arkadaşım. Dolayısıyla zannediyorum bizim o meslek yaşamımızda belki söylenmesi gereken önemli şey, uygulama ve teoriyle birbirini etkileyerek bir ayağı teoride bir ayağı uygulamada, bu uygulamalardan çıkarılan ampirik bilgilerin, kuralların oluşmasına katkısı ve bunun tekrar uygulamaya dönüşmesi. Zannediyorum benim bu konuda söyleyeceğim önemli bir bulgu, gerçekten bu ikisinin birbirini etkilemesinin verimli olabileceği. Ben baştan itibaren uygulamaya dönük bir çalışma içinde oldum ve burada eğer başarı diye söylenen şeyler başarı ise bunun dayandığı en önemli şeyin iyi fikirlerin ve iyi, hazırlıklı insanların bu işlerin içinde tutulması. Daima kendisinden daha yüksek kapasitelileri işe koşmak, işin içinde tutmak ve bu suretle daima işle meşgul olmak. Yani onun önüne başka bir şey koymayarak. Böyle yapıldığı zaman tabii mesafe alınıyor. Bu benim peşinden gittiğim insanlarda da böyle; bir görev hissi, yani işle meşgul olmak ve onun için hazırlıklı insanları işin içinde tutmak. Dolayısıyla hem çalıştırdığım insanlar hem birlikte çalıştığım insanlarda hep böyle bir çevre içinde bulunmaya gayret ettim. Eğer başarı ise zannediyorum büyük ölçüde buna borçluyuz.
Bugün için belediyeler meselesiyle ilgili olarak bir konuşma hazırlamıştım fakat eşim baktı, “Bu bir panel konuşması olmuş”dedi ve 25 dakika tutuyor, tabii vazgeçtim. Fakat bir şey anlatmak istiyorum bu konuyla ilgili olarak. SODEP’in kuruluşunun daha ilk haftasında Korel ve bir iki arkadaşla politika üretim merkezi gibi bir şey kurmuştuk –ben ilk genel sekreter yardımcılarından birisiydim–. Fakat hemen arkasından hep beraber veto edildiğimiz için o tam yürüyemedi. Daha sonra TÜSES’in kuruluşuyla böyle bir grup oluşturduk Korel’in önderliğinde ve ilk 3 sene genel sekreter olarak çalıştım. Daha sonra, ama TÜSES’ten önce, bir yerel yönetimler birimi kurduk. Aslında siyasi partiler içinde ilk defa SODEP’te kurulmuştur. Oradaki, parti uzun yıllar muhalefette olacağı için, nasıl bir iktidar hazırlığı yapılabilir düşüncesiydi? Bir öneri yerel yönetimlerden başlayarak gidelim, bu partinin halkla bütünleşmesi yerelin içinde başlayarak partinin gelişmesi, mesafe alması, parti içi işleyişin tıpkı ülkedeki demokrasi gibi yerelden başlayan ve merkeze doğru giden bir delegasyon sistemiyle yürümesi düşüncesiydi. Bu şekilde başladı. Aslında oldukça da iyi oldu çünkü Haziran 1983’te parti kuruldu ve 89’da da birinci parti oldu yerel yönetimlerde. Sadece bununla oldu demiyorum ama bunu sistemli olarak düşünen, bu konuda çalışmalar yürüten ilk siyasi platformdur. Yani parti kurulduktan 6-7 ay sonra 1984 belediye seçimlerinde SODEP’li belediye başkanlarının kazandığı 280 küsur belediyenin belediye başkanlarını kutlamak için onları dolaşmak. Tabii bunu yaparken 59 tane il, sayısız ilçeden geçiliyor ve çoğu köy belediyesi, kasaba belediyesi, küçük şehir belediyesi olan bu belediyelere ulaşılıyor. 270 tanesine gidilebildi aşağı yukarı 6 ay içinde ve karda, kışta, zorlukta, hayvan vagonuyla seyahat, bir Şahin araba içinde Erdal Bey ile rahmetli başkan yardımcımız ve ben dolaştık. Araç karda kaldığı zaman konvoydakilerle birlikte itiliyor falan. Bu şekilde hakikaten bir görev bilinciyle çok etkili bir çalışma oldu. Bütün ülke dolaşılmış oluyor çok büyük bir kısmıyla. Oradaki insanlar gördüler ki, o anda onların sorununu bu parti onların sorununu çözemez ama bir dost gibi eğer imkân olursa çözecek. İmkân olursa çözemeyebilir ama elinden geleni yapar, elinden geleni sakınmayacaktır. İşte bu yerel siyasette çok önemli çünkü her sorunu çözeriz diye bir şey yok, zaten sorunlar çözüldükçe yeni sorunlar haline dönüşüyor ve onların çözümü de farklılaşarak bu devam ediyor. Ama onun için çalışan, onun için görev hissiyle zorlukları göze alarak uğraşan bir siyasi parti varsa bu partiyi halk anlıyor. Şimdi bu gezi o yüzden son derece etkili oldu, çünkü hakikaten bağırlarına bastılar, ellerinden geleni yaptılar, daha sonraki dönemleri de izledik ve çok etkili bir çalışma olduğunu gördük. Aslında mesela parti kuruluşu aynı zamanda oldu, yani parti böyle kuruldu. Ne yapılıyor orada, belediyeye gidiliyor; belediyede o ilin, o ilçenin, o köyün, o beldenin oradaki insanların sorunlarıyla ilgili konuşuluyor. Parti siyaseti o ilçede konuşuluyor, ilde konuşuluyor; ama belediyelerde halkın sorunları konuşuluyor. Bu tekrarlanması gereken bir örnek diye düşünüyorum, ancak bu şekilde onlarla bir arada olmak, yerel içine gömülmek ve oradan sonra insanların birbirlerini tanıdığı ölçeklerde bu işi yapmak ve daha üst kademelere bunların delege ettiği yetkilerle kurultaya kadar gitmek. Aynı şekilde yerel yönetimlerden merkezi yönetime doğru gitmek. Yani merkezin hem kendine has işleri yapması hem de belediyelerin kendi halklarıyla ilgili sorunları çözmesine çalışması.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. TÜSES’e, TÜSES Yönetim Kurulu’na beni böyle onurlandırdığı için çok teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.