• TÜRKİYE SOSYAL EKONOMİK ve SİYASAL ARAŞTIRMALAR VAKFI

SEÇİM ANALİZLERİ

Başlama / BitişTarihi:
20.10.2007 / 20.10.2007

Yer:


22 Temmuz Genel Seçiminin Sol Açısından Yeniden Okunması

22 Temmuz Genel Seçiminin Sol Açısından Yeniden Okunması

“22 Temmuz Genel Seçiminin Sol Açısından Yeniden Okunması” başlıklı atölye çalışması 20.10.2007

 

 

BEKİR AĞIRDIR:

Toplantının konusu 22 Temmuz seçimlerini sol açısından okumak olduğuna göre, izninize sığınarak, sadece bir teknisyen gibi değil, birazcık kendi yorumlarımla birlikte bulgularımı paylaşmaya çalışacağım sizlerle.

22 Temmuz sabahı bir şey oldu, ya da 23 Temmuz sabahı bu ülkede bir şey oldu. O “bir şey oldu” kelimesinin çok önemli olduğunu sanıyorum. Yani kimyamız değişti sanki. Seçimlerin üzerinden 90 gün geçti. Böylesi ezici çoğunluktan iktidarı almış bir parti var veya bu kadar net kaybetmişler var. Bu ülkede istikrar adına böyle olduysa bile hiçbir şey dengesinde değil. Aksine tuhaf bir ruh hali içindeyiz. Bir kısmımız vahim panikler içinde, bir kısmımız dehşet cüretkârlıklar içinde. Bir tuhaflık var. Günlük hayat, normal ritmi içinde çalışmıyor sanki. Her gün terör, anayasa, referandum diye bir başka vesile ile o ruh kimyamızın bozukluğu da ortaya çıkıyor.

Bir başka mesele daha vardı. Bu belki dikkatlerinizden kaçmamış olabilir. 11 Eylül günü ben bu problemi yaşadığım için çok net hatırlıyorum. O gün İstanbul dehşet bir trafik sıkışıklığı yaşadı ve öğlen 12’de trafik il müdürü NTV de açıklama yapıyordu “neden oldu biz de bilmiyoruz, kaza yok, tamirattan dolayı bir şey yok, zincirleme olay yok, sis yok, yağmur yok, ama neden olduğunu biz de bilmiyoruz” diyordu. Her zamanki genel bakışımızla “böyle yönetici olur mu” diyebiliriz, “problemi bunlar mı yönetiyor” da diyebiliriz. Ama böyle de bir vaka var.

Tekrar ana meselemize dönelim. Ben akademisyen değilim, 27 - 28 yıllık profesyonel iş hayatımın biraz hayat ve şans öyle getirdiği için 24 yılı sanayi şirketlerinde genel müdürlükle geçti. O yüzden bütün okumalarım ve yorumlarım biraz yönetim gözüyle, iş hayatı üzerinden yaşadığım meseleler üzerinden üretilmiştir.

Şimdi 22 Temmuz sabahına gelirken, bir iki şeyi hemen tekrarlamamız lazım. 22 Temmuz sabahı ya da 21 Temmuz akşamı memlekette normal seçimden öte bazı temel meseleler vardı. Mesele bir tek parti tercihinden öteydi. Normal olarak bu ülkenin 85 yıldır sürdürdüğü kalkınma ve modernizasyon sürecinde kesinti, olumsuzluk veya tıkanma, adına her ne dersek, nasıl adlandırırsak adlandıralım bir mesele vardı. Bu işe, kalkınma yani ekonomik iyileşme, ekonomik durumun iyileşmesi üzerinden baktığımız zaman IMF talepleri dile kodlanabilecek ama özü itibarıyla son 25 yıldır küreselleşen dünyaya entegre olma diye bir problemimiz var ve bunun bir kısmını çözüyoruz. Bir kısmını kendi tanımlarımız içinde çözemediğimiz için tıkanmışız. Veya en azından iş sadece büyüme fetişizmine dönmüş, paylaşımı, gelir adaleti tarafı ihmal edilmiş, temel problemlerimiz meydanda. Modernizasyon problemlerimiz, modernizasyon sürecinde Avrupa birliği dayatmaları, temelinde demokratikleşme diye kodlayabileceğimiz başka süreç ve problem alanı var önümüzde, orada da tıkanmışız, Üstelik de Kürt sorunu ve siyasal İslam sorunu ülkeyi rehin almış. Hatta bir adım ötesi, Kürt sorununun terör boyutu siyasal İslam sorununun da türban sorunu, özellikle üniversitelerdeki türban boyutu bütün ülkeyi rehin almış. Dolayısıyla, ne akıl ne de gerekli reformları üretebiliyoruz. Üstelik bir başka gelişme daha var, ekonomi ile bu toplumsal modernizasyon süreçlerinin birbirine paralel, at başı veya yan yana gidişi de kopmuş iki alanda, iki farklı yöne doğru çalışan farklı dinamikler ortaya çıkmış. Böyle karmaşık görünen bir dizi problemle biz 21 Temmuz akşamına geldik.

Peki, o sabah partiler ne öneriyordu?

Bir tanesi var ki, beğenelim beğenmeyelim, “bir şeyleri değiştireceğini” söylüyor, diğerleri de var ki beğenelim beğenmeyelim, içinde olalım, kenarında olalım, “değiştirmeyeceğim” diyor. Dolayısıyla yurttaş seçime bu tartışmaların ışığında gitti ve 22 Temmuz akşamı önümüze bir tablo çıktı, işte ekranda da gördüğünüz bu tablo, en sağdaki sütunda seçim sonuçları.

Burada 2002 ve 2004 yerel seçimleriyle birlikte Konda’nın bu seçim öncesinde yaptığı dokuz araştırma dizisinin bulguları var. Konda dizisinin bir şey gösterdiğini sanıyorum. Ve de bunun üzerinden biraz konuşmamız lazım. Muhtelif seçim efsanelerimiz var bizim... Örneğin, bu seçimle ilgili “Genelkurmay bildirisi neyi ne kadar etkiledi”. Halbuki Eylül 2006’da yaptığımız araştırmada da AKP 47.2, bu tablo gösteriyor ki, yurttaşın AKP’ye teveccühü sadece Genelkurmay bildirisine bağlı değil, çünkü daha önceden karar vermiş yurttaş. Aksine sadece Genelkurmay bildirisinden sonra, 18 Mayıs araştırmamızda zıplama var, işte bu zıplama oranı Genelkurmayın etkisi. Sonra yine zaten normal dengesine, doğal haline geri gelmiş.

Bu tablonun gösterdiği ve seçim efsaneleri dediğimiz tevatürlerin bir tanesini daha yıkan bir şey var: Sol ittifak meselesi. Yani CHP, DSP birleşseydi, şu olacaktı, SHP de girseydi, bunlar olurdu, aman Allah’ım iktidara da yaklaşmıştık falan, bütün bunlar tevatür, Görüyorsunuz ki, zaten Eylülde CHP 16.1, bu tabloda DSP yok, DSP Eylül 2006’da %1.2 idi . İkisini birlikte matematik toplasak bile o varsayılan şey yok.

Bir başka seçim efsanesi de bu tabloyla yıkılıyor. Sağ ittifak meselesi, DYP, ANAP meselesi ve varsayılıyor ki, ittifakı beceremedikleri için veya o komik süreç kamuoyu önünde yaşandığı için DP kaybetti. Burada görüyorsunuz, o ittifak hamlesi DP’ye kaybettirdi. 2 Şubatta DP’nin oyu 9.7. ANAP’ın da bu tarihteki oyu 1.5-2’nin altındaydı. Yani ittifak onlara kaybettirdi, ittifak yapamamak, becerememek veya o komiklikler değil. Aksine o komiklikler sadece işin sonucu oldu.

Burada, buna benzer, yani ezberlerimizden arınma, seçimle ilgili değerlendirmeleri biraz daha soğukkanlı yapacak olursak, buna benzer çok şey görünüyor. Ama özü itibarıyla yurttaş çok daha önceden başka gerekçelerle oyuna karar vermişti zaten.

    Grafikte de bir tek genelkurmay bildirisinin AKP’deki zıplamaya yol açışını görüyorsunuz Ama dokuz, on aylık süreçte +-2 puan aralığında üç parti de aynı yerde seyretti. Aksine Cumhuriyet mitingleri ve Genelkurmay bildirisinin, AKP oyunu zıplattığını değil, CHP oyunda konsolidasyona yol açtığını sanıyorum. Bu araştırmanın hata payı içinde de olabilir,  ama ben böyle bir konsolidasyonun olduğunu düşünüyorum.

Araştırmalarımızın diğer demografik özelliklerini uzun uzun anlatmayacağım. Sadece şunu söyleyeyim, bu tabloların dışında 50’ye yakın tablo hazırladım, tablo veya grafik olarak üzerinde çalışmak isteyen akademik dostlarımız olursa verebilirim ve kopyalarını buradan da alabilirsiniz.

Atlayarak gidiyorum, sadece bu tablonun şu anlamı var. Eğitimi ve cinsiyeti birleştirerek baktığımız zaman, ilk dokuzu kadındır, ondan sonrası erkeklerdir. İlk üçer üçer gruplar da ilk üç genç, sonraki üç orta yaş, sonrası yaşlılar. Yani kadın 18-28 yaş aralığı orta ve altı eğitimlilerin oy dağılımı bu gördüğünüz birinci kalem.

Şimdi burada sarı ile taradıklarım dikkat ederseniz, yoğunlukta olanlar. Yani üniversite mezunu, 18-28 yaş arası grupta CHP oyu 43, AKP oyu 33. Yani CHP’nin burada sarı ile taranmış olan alanları kendi ortalamalarının üzerinde oy aldıkları kümeler. CHP’nin kendi ortalamasının çok üzerinde oy aldığı kümeler üç tane görüyorsunuz. Üniversite mezunu, 18-28 yaş arası kadınlar yüzde 40. Üniversite mezunu 28-44 yaş arası kadınlar yüzde 70. Üniversite mezunu 44 yaş üzeri kadınlar yüzde 72. Yani cinsiyet, yaş ve eğitim üzerinden baktığımız zaman CHP’nin nerede sıkıştığını bu tablo çok net gösteriyor.

Ama buna karşılık AKP’nin de orta altı eğitimlilerden kendi ortalamasının üzerinde oy aldığı görünüyor.

Şimdiki tablo, bütün bu yaşanılan problemlerin ya da tıkanma dediğimiz meselelerin önemli iç dinamiklerinden bir tanesi olarak göçü gördüğüm için burada. Çünkü hala bizim burada fark ettiğimizden daha derin bir etkisini yaşadığımızı sanıyorum göçün. Veya en azından bu kadar dinamik bir hareketliliğin kendine özgü günlük değişkenlerle okunması gerektiğini, sadece geldiler, varoşlara yerleştiler tanımının dışında meseleye bakmamız gerektiğini de gösteriyor. Dolayısıyla, siyasi tercihlere de çok yansıyan bir tablo ama bunun Türkiye tarafına bakalım. Yani Türkiye’deki her bin kişiden 379’u yaşadığı yere sonradan gelmiş. 621’i orada. Ama İstanbul diye baktığımız zaman, doğduğundan beri İstanbul’da olan her bin kişinin sadece 287’si. Veya İzmir’de 348’i. Veya mersin’de bile, son beş yılda ne kadar yoğunluklu göç aldığını Mersin’in göstermesi bakımından, Mersin’de bile doğduğundan beri Mersinli olan sadece 435 kişi var. 565 kişi de sonradan gelmiş. Son beş yıl içinde gelenler sadece (Mersin’de) 97 kişi veya İstanbul’da 92 kişi.

Seçmenlere “parti tercihini ne etkiledi” veya “parti tercihinizi neye göre belirliyorsunuz” diye sorduğumuzda ağırlıklı olarak, “görüşüme en yakın parti” ve “partinin politikalarını beğeniyorum” diyorlar. Geleneksel olarak hep o partiye oy verdiklerini söylüyorlar. Ama partiler arasında bu bakımdan çok özel bir farklılık görünmüyor. Ama peşinden “neden o parti” dediğimizde, seçmenin yüzde 80’i, ekonomik durum ve beklentilerinden yola çıkarak bir parti tercihini belirlediğini söylüyor. İkinci olarak seçmenin yüzde 40’ı yolsuzluk probleminin üzerinden yola çıkarak parti tercihini belirliyor. Ondan sonra da asayiş, dış politika diye devam ediyor. Önlerine konmuş 20 seçenekte, iki cevap vardı. Demokrasiye yönelik kaygıları 13, laiklikle ilgili kaygılarım 12. Bu tablonun ileride partilere göre dağılımı var, en azından parti tabanlarının ne kadar farklı olduğunu göstermesi açısından da bu tablo önemli.

Bu tablo yine bir başka seçim efsanesi ile ilgili. AKP veya belediyeler yardımları dağıttı, rüşvetler dağıtıldı, oylar AKP’ye geldi. Bilgi açısından söylemem doğru olur, bu dokuz araştırma dizinin her haftasında bir seçim ve siyasi soruların dışında bir ana tema etrafında sorular da sorduk. Yani bir hafta “AB’ye bakış”, bir başka hafta “yabancı sermaye ile ilgili değerlendirmeler”, bir başka hafta “aile değerleri” gibi. 15 Temmuz’da yaptığımızın araştırmanın ana teması “yardımlaşma, dayanışma, cemaatleşme veya dernekleşme problematikleri” üzerine sorulardı. Yani seçimden bir hafta önceki bulgular böyle. Geçinebilmek için yardım aldığını söyleyen yüzde 8, doğal olarak yardım aldığını itiraf etmek problematik bir mesele olduğundan, doğal olarak bunun daha yüksek bir oran olduğu açık. İnsanlar gurur meselesinden dolayı bu konuda bir gizleme içinde olabilirler. Buradaki kolonda yardım aldığını söyleyenlerin partiler içindeki dağılımı. Yani yardım alarak geçiniyorum diyenlerin yüzde 41’i sadece AKP’ye oy verdiğini veya vereceğini söylüyordu. 8’i CHP, 13’ü MHP’ye diyordu, enteresan bir şekilde DP, kararsızlar ve hiçbiri çok daha yüksekti. Yani yüzde 8’i yardım alarak geçindiğini söyleyenler oranında hata payı, onur, gizlenme hallerini dikkate alırsak bile, onu iki katı sayarsak bile o sözünü ettiğimiz kadar tablonun vahametini veya parlaklığını ne tarafından bakarsak bakalım, yaratan şey sadece yardımlar meselesi değil. Yani bu tablonun en azından gösterdiği kısım o.

Yine temalar etrafındaki sadece dört, beş tane soru var, ekranda olan. Ama detayları dosyada var. Kimileri “siyasetçilerin problemlerimizi çözmeye yetmediğini”, “askeri rejimin daha doğru olacağını” söylüyor. Kimileri de “hayır demokrasi seçilmişler” diyor. “Sizce hangisi doğru" diyen soru formu içindeki cevap, askeri rejime evet diyen, askeri rejim sorunlarımızı çözer diyenlerin Türkiye ortalaması 23. Bu oran MHP’de yüzde 36’ya, CHP’de yüzde 27’ye çıkıyor, AKP’de yüzde 16’ya düşüyor. Yani ortalamanın üstünde askeri rejime evet diyenler, MHP ve CHP’dekiler. AKP’dekiler daha az oranda askeri rejime evet diyor.

AKP’nin temel karakterleri üzerine de iki üç tane sorumuz vardı. Her hafta sorduk o soruları. Aynı zamanda, bulgularımızın ve yaptığımız metodun doğruluğunu çek etmek için de kullandık. Hemen belirteyim, 9 dizide de bu üç sorunun bulguları artı eksi 1,5 içinde hep aynıydı. “AKP’nin ana karakteri reformcu mu”, ya da “AKP döneminde büyük önemli reformlar yapıldığı iddia ediliyor”, evet mi hayır mı gibi bir soruda, Türkiye ortalamasının yüzde 54’ü “evet AKP dönemi reformcu bir dönem oldu” diyordu. Ama bu doğal olarak CHP’de yüzde 15’e, MHP’de yüzde 26’ya düşüyor. AKP’lilerde de doğal olarak yüzde 91, kendi dönemlerinin reformcu olduğunu söylüyorlar.

Tersi bir soruda, “AKP döneminde irtica arttı mı” meselesinde “evet, arttı, bu tespit doğrudur” diyenlerin Türkiye ortalaması yüzde 24, CHP’de yüzde 78, AKP’de yüzde 10.

“Irak’a müdahale” meselesi de üç ayrı hafta, yani Genelkurmay bildirisinden önce, sonra, farklı zamanlarda kullandığımız bir soru dizisiydi. Şunu söylemeliyim, Genelkurmay bildirisinden sonra bu oranlar yükseldi. Daha önce yani Şubatta ve Eylül”de bu oranlar çok daha düşüktü, Genelkurmay bildirisinden sonra en azından oy dağılımında değilse bile Irak’a müdahale fikrinde ciddi artış oldu. Yüzde 43’ü Irak’a müdahalenin gerekliliğini savunuyordu veya doğrudur diyordu. MHP’liler en şahinler, gördüğünüz gibi 67, CHP’de hiç azımsanmayacak bir oran var yüzde 54, AKP’lilerin de 34’ü müdahalenin gerekliliğine doğru diyordu.

Sorularımız içinde “AB’ye üyelik” meselesi de vardı. Mutlaka girmeliyiz diyenlerin Türkiye ortalaması yüzde 39, girsek de olur girmesek de olur yüzde 37, kesinlikle girmemeliyiz diyenler de yüzde 24. Burada çarpıcı olan AKP’ye oy vereceğini söyleyen seçmenlerde bu oranın Türkiye ortalamasının üstünde olması. CHP’de biraz üstünde, MHP’de ise oldukça geride.

Muhtelif sorulardan sonra sorduğumuz özü itibarıyla o haftaki ana tema “umutları ve kaygılarıydı”. Ana tema kendi bireysel, aile hayatı için ve ülke hayatı için korkuları ve umutları üzerine 30’a yakın soru vardı. Ama en can alıcı soru bu olduğu için sadece bu ekranda gösteriyorum. Sorunlardan ve umutlardan sorarak geldikten sonra “peki bu sorunlarımızı hangi parti çözer”, peşinden de “başka bir yeni parti ihtiyacı mı var ki, bu sorun çözülmez diyorsunuz” diye devam ediyordu. Türkiye seçmeninin yüzde 33’ü yeni parti ihtiyacı var, yüzde 67’si hayır yok diyordu. Ama partilere dağılıma baktığımız zaman da en yüksek oran CHP’de 42, AKP’de en düşük oran yüzde 12.

Ne oldu peki, sadece sıradan bir seçim mi geçirdik, yoksa başka bir şey mi var? Ya da bazılarının korktuğu gibi bir sıçrama mı? Doğa ekolojisinde de aynı problematik var. Bazen doğa kendi akışı içinde bir yıldırım, orman yangını ile kendi düzeltmelerini yapıyor, bir sıçrama haline dönüyor, bir başka hale dönüyor. Acaba Türk siyaset hayatı 22 Temmuz”da böyle bir sıçrama mı yaşadı? Benim kişisel kanım hayır. Türkiye toplumu 80’lerden sonraki bütün seçimlerde, her seçimde bir başka partiye iktidar veya ortağı olma şansı vererek, kendince bütün sinyallerini vermişti. Ama algılanmadıkça ve o taleplerin önünde haklı haksız ama taleplerin karşısında sadece düzeni sürdürmek, statükoyu sürdürmek olduğu zaman AKP’ye yüzde yüz inanıyor inanmıyor ayrı, ama sonuçta yüzde yüz değiştirmeliyiz diyenler bir partiye yığıldı.

Bu da tabloda yoktu, AKP’ye oy verdiğini söyleyen yüzde 47’nin 32-33’ü AKP bütün bu sorunlarımızı çözer diyordu, ama yüzde 15’i başka parti olmadığı için falan filan başka gerekçeleri vardı. Üçte ikisi AKP’ye inanarak oy veriyordu ama üçte biri de başka nedenlerle AKP’ye inanmadan oy veriyordu. CHP”de bu oran ’ye %9, yani CHP’ye oy ama verilen oyun yarıya yakını kerhen oy. Yani CHP seçmeninin CHP sorunları çözer diyerek oy vereni sadece yarısıydı. MHP’nin de 14’e 8’di.

Şimdi burada bir mesele var. Yani okuyamadığımız veya başka bir şey olduğunu sandığımız, biraz önceki İstanbul trafik sorunu metaforuna geri döneyim, hayatın ritmi değişti. Benim yorumlayışım, iş hayatındaki bütün tecrübelerimle beraber bakışım değerlerim ve siyasetin dışında temel bir meselemiz var, hayatın ritmi değişti. Çünkü iş görme usulleri değişti. Bilgisayarın, internetin, iletişimin ve ulaşımın bu kadar yoğunlaştığı bir dünyada sadece gelişmeyi eğitime bağlamak, sadece maddi koşullara bağlamak, yani en başta da kalkınma ile modernizasyon arasındaki süreç farklı çalışmaya başladı dediğim tespit de buna dayanıyor. Bilgilenme ile bilgiye ulaşabilmekle haberdar olmakla bağlantılı olarak ekonomik refahı değişmese bile insanların taleplerinde değişme var. Bir kere o değişmeyi görmemiz lazım.

İkincisi, göçten dolayı başka bir talep dünyası var önümüzde. Neden geldikleri açık, daha iyi bir yaşam için. İnsanlar daha iyi bir yaşam istedikleri için buraya geliyorlar. Ve bütün bu değişimin, hani üretim üzerine, ekonomik veriler üzerine bir sürü başka boyutu konuşulabilir, burada üzerine çalışmış hocalarımız da var ama ben bir iki tane temel zihin haritamızın değişikliği üzerine söylemek istiyorum. Hayatın ritmi değişti dediğim kısmı da o. Yani gündelik hayatta bildiğimiz hiçbir şey eski metodu ile akmıyor. Bilgisayarın, internetin bu kadar etkili olduğu bir dünyada, iş hayatında bile bu kadar hızlı kararların alınacağı süreçlere dönülmüşken, hayatın ve politikanın bundan etkilenmeyeceğini varsaymak zaten yanlış. Gündelik hayatta insanlar bu hızdan etkileniyor, biz beğenelim, beğenmeyelim. Fastfood kültürü diyelim, gençlere kızalım, ama hayatın ritmi hızlı. O hız, bir iki tane temel alanda etkisi var.  O hız bizim bildiğimiz 80 öncesi dünyaya göre veya sanayi toplumu dünyasına göre tarif ettiğimiz neden sonuç ilişkisini bile veya lineer ilişkiyi bile bozuyor. Hangisi neden, hangisi sonuç, hangisi geri dönüp öbürünü tekrar tetikliyor, bir başka karmaşık mekanizma çalışmaya başladı. Ve buna benzer en az yüz tane başka hayatın ritminin değişikliği, düşünce dünyamızdaki yansımalarıyla ilgili örnek saymamız mümkün. Dolayısıyla, hayatı böyle okumamız lazım.

Ben Mehmet beyden özür dileyerek, meramımı anlatmak için son bir örnek gösterip, gideceğim. Hatırlayacaksınız, çocuk pornosuyla ilgili bir mesele bu, gazetelerde, televizyonlarda görenleriniz vardır. Dijital teknikle adam fotoğrafını bozmuş. Yine dijital bir teknikle de adamın fotoğrafı FBI’ca tekrar eski orijinal haline getirildi. Benim için bu fotoğrafın ifadesi şu. Biz şimdiye kadar gölgede kalmak, flu olmak, muğlak olmak, karmaşık olmak, kaos diye tarif ettiğimiz her şey gözü bantlı fotoğraf, karanlık, ışığı az fotoğraf olarak anlıyorduk. Dolayısıyla, onu görmek için fener kullanabilirsiniz. Fotoğrafı iki kere tarayıp daha netleştirebilirsiniz. Başka metotlar kullanıyorduk, o fotoğrafı netleştirmek için. Bugün bu dünyada başka bir teknoloji ile geliştiyse bu iş bizim fener tutalım, yakından bakalım, gölgesini artıralım, ışığını çevirelim yetmez. Bütün dünyaya yeni başka bir mantıkla bakmamız lazım. Bu sadece bu çok hoş bir örneği diye göstermek istedim sizlere.




    Ben bu AKP meselesi ve hayatın ritmi meselesini gerçekten çok önemsiyorum. Çünkü AKP bütün bunları organize etmeyi becerdiği için sonuç böyle değil. Yani tarif ettiğiniz yardım mekanizmasının kapı kapı ziyaret etmeye kadar, dedikodu diye anlatılanları biran kaynak üzerinden düşünün arkadaşlar. Böyle bir organizasyon olamaz. Kaldı ki, bu adamların böyle bir çapı yok, sonuç onu yarattı. Yani bir kere galiba önemli bir kısmımızdan farklı düşünüyorum. Bütün bunları AKP başarmıyor, süreç AKP”yi yarattı. Çünkü, Ömer Dinçer”in yazdığı makale de tam o sürecin analiziydi. Oradaki vardığı sonuçlarla tabiî ki aynı fikirde değiliz. Ama Ömer Dinçer”in makalesinin vardığı sonuç kısımlarını çıkararak, onun İslam referansına bağladığı cümleler yerine demokrasi konularak getirseydik, burada hepimiz imzalardık. Adamlar, bunu 95”te analiz etti ve buna göre örgütlendi. Onun için hayat böyle akıyor. Yani muhafazakârlaşma denilen şey, milliyetçi değerler yükseliyor denilen şey tam da gündelik hayattaki yerelleşme, globalleşme veya birey olma kolektivist olma paradoksu içindeki bir şey. Yani, insanlar modern hayatın bugünkü hayatı içine nehre atlamak istiyor, ama belinden de bir yere çıpalamak istiyor kendini. Ya da dönüp baktığı zaman çıpa AB olabilir, demokratik değerleriniz, kurumlarınız yeterince gelişmişse o mekanizmalar olabilirdi. Hukukunuza güveniyorsanız, hukuk sistemi olabilirdi. Yani milliyetçilik ya da muhafazakârlık yükseliyor denen şey, toplum geriye doğru gidiyor değil ama muhafazakârlık siyasallaşıyor. Onun için en başta tespitteyim ben.

Hala bu ülkenin temel sorunu haline dönüşmüş bir Kürt problemi var. Bunu aşamadığımız için ülkemizde yeni bir partiyi becermememizin altında belki uzlaşamamamız var. İkinci olarak ta türbana yönelik bir siyasal İslam sorunu var. Bu siyasal İslam, muhafazakârlık, tam bu arada yürütmekte olduğumuz bir araştırma, yayınlanmadan bir şey söylemek istemiyorum ama çok net. Ekonomik temeli var. Ekonomik temel burada altı çizildiği gibi tek başına bağış meselesi değil. Sadece parti üzerinden rüşvet mekanizması da değil arkadaşlar. Tekellere karşı kendince ulaşılmaz, ona düşman, ona rakip varsaydığı Koç”a, Sabancı”ya karşı da bir dayanışma mekanizması var. Onun için Kayseri”de KOBİ’ler bir arada duruyor. Bir arada duruştan AKP faydalanıyor, çünkü bir arada duruşla, mekanizma yaratan, o mekanizmalara meşrutiyet sağlayan, o söyleme zemin sağlayan bir tek AKP olduğu için o yüzden o dalgayla AKP sadece denk geldi diye düşünüyorum.

Haziran ayındaki bir haftalık araştırmanın teması, aile değerleri, özgürlükler, demokrasi sorularıydı. Orada da askeri diktatörlük şarttır diyenler, erkek kadını döver de, severde diyenler, erkek çocuk şarttır diyenler gibi bir dizi soruya baktığımız zaman bu tip en faşist, en otoriter denilen soruların dördüne doğru cevap vermiş yüzde 9,5, beşine birden bu yönde cevap vermiş yüzde 2,5. Faşizan çekirdek de Türkiye”de 2,5 diye yazmıştık bizde. Böyle de bakmak mümkün.

Burada tehlikeli olan, en başta konuşurken söylediğim İstanbul”daki trafik problemi metaforu da o. Biz varsayıyoruz ki dakikada 50 arabanın geçtiği, ışıkların 30 saniyede bir kırmızı yeşile döndüğü, kavşakların, altgeçitlerin olduğu klasik bir trafik var. Ama herhangi bir vatandaşın gereğinden 5 saniye fazla frene basacağının, bunun hayatın yoğunluğu içinde, trafiğin yoğunluğu içinde, teknolojinin telaşı içinde neye mal olacağını hiç düşünmüyoruz. Hayatın ritmi değişiyor diye kastettiğimde o.

Eğer bu problemlere cevap üreteceksek, o zaman başka türlü tarif etmemiz gerekir. Değerler üzerinden demek ki bu meseleyi konuşamayacağız. Konuşmamız gereken bu farklı değerlerin bir arada nasıl yaşayacağının kuralları. Evrensel hukuk, insan hakları. Ama biz adamın apronda namaz kılmasına, namaz kıldığı için karşı çıkıyormuş tavrı gösterebiliriz bu bir metottur. Birde evde yaptığınız beni ilgilendirmiyor ama ortak alanımızda ne yaptığın beni ilgilendiriyor, kuralı budur da diyebiliriz. O yüzden metodolojik olarak meseleyi gündelik hayatın neleri değişiyor derinliğinde yeniden düşünmezsek, çözüm üretemeyeceğimizi, AKP meselesini de bu anlamda eksik yorumladığımız kanısındayım.

Hocamın söylediği cümleye aynen katılıyorum. Çok da önemli. Tam da işin püf noktası orası. Alternatif bir toplum yaratılıyor, şu anda bence tehlike olan AKP”nin sembolize ettiği tehlike şeriat değil, ama alternatif bir toplum, iki hukuku olan, kendi kuralları olan, kendi ekonomisi, kendi hastanesi, kendi tatil köyü, kendi gazetesi. Eğer sadece AKP olsaydı bu bir iktidar değişikliği ile çözülürdü. Bin tanede Genel Müdür değiştirirdik, mesele yoktu. Ama sözünü ettiğimiz problem, bir iktidar değişikliği ile çözülür bir mesele değil. O zaman gerçekten hayatın ritmi nerede aktı, bu adamlar neyi neye denk getirdiğini anlamak lazım. Bu kadar problemi yeni baştan düşünmemiz lazım.

Onun için son gösterdiğim fotoğrafı bir kez daha hatırlatmama izin verin. Biz bildiğimiz elimizdeki eski ışıklar, eski fotoğraf makineleri ile sorun ağırlıklı fotoğrafı çözebiliriz. Ama bugün bozulmuş o dijital fotoğrafa bildiğimiz metotlar, o feneri ben daha hünerli kullanırım diyerek örneğin CHP’den, bu fotoğrafı çözemiyoruz. Önce bunu anlamamız lazım. Bu toplantıların bir kere değil 500 kere yapılarak böyle bakmamız lazım. Şimdiye kadar kaç tane deneme. Sadece son 10 yılda 3 tanesinin göbeğinde, kenarında, içinde ben de bulunmuşum. Hepsinde klasik bir parti tarifimiz var, lider olacak, parti olacak, örgüt olacak, parası olacak. Demek ki bir şey eksik ki bunlar başarısız. Öyle bakarsak, Barış partisinin parası vardı, Cem Boyner”in liderliği vardı, desteği vardı, söylemi de fena değildi. Sema Püşkinsüt, Celal Doğan, bütün örneklere bakın, nerede hata yapıyoruz. 95’ten beri, Tarhan Bey’in de söylemeye çalıştığı o. Eski şeyleri yeni bir tarzda ben yapacağım diye olmuyor. Keşke olsaydı. O zaman bunu bir anlamak lazım. Niye olmuyor diye yeniden konuşmamız lazım. Yoksa bir araya gelip, sadece münazara gibi kendi fikirlerimizi tekrarlamak, peki hoş ama bir şey çözmüyor. Sağ olun.